Aldığımız avans ile çocuklar gibi şendik. Yol boyunca taksiyle mi otobüsle mi gidelim tartışması sürdü. Tartışmayı taksi kazandı. Yeşil öne oturdu. Yol boyu sessizlik hakimdi.
Beşiktaş iskeleye geldiğimizde taksiden indik. İskelenin yanındaki seyyar simitçiden bikaç simit aldık, kuşlar nasiplensin diye. Kartları okutup bekleme salonunda beklemeye başladık. Bizden sonra büyük salon yavaşça dolmaya başladı. İtişip kakışma istanbul'un her yerinde olduğu gibi burada da hüküm sürmekteydi. Uzaklardan iskeleye yaklaşmakta olan vapuru görüyorduk. İster istemez eski günlerimizi hatırladık. Cebimizde iki poğaça parası, ama deli cesaret ve isteğimizle yollara düştüğümüz ve sonu hep vapurla biten o günleri.İskeleye yaklaşan vapurda hazırlıklar hızla devam ediyordu. İnen yolcular yan perondan geçerken bizler de hızlıca nerde yer kapsak diye düşünüyorduk. Çünkü içerisi dolup taşmıştı. Görevlinin kapıyı açmasıyla birlikte kalabalık vapura hücum etti. Biz her zamanki gibi demir parmaklıkların yanına oturduk. Ee, kuş doyuracaktık.
Vapur hareketlenmeye başladığında birbirimize bakıp aptalca gülümsedik. Bir an için de olsa sanki lise yıllarımıza dönmüştük ve liseden sonra tüm yaşadıklarımız sanki birer rüyaydı. Keşke öyle olsaydı dedim içimden, o seneler de pek güzel değildi ama birbirimize yettiğimiz yıllardı, şimdi kim kimin dostu bilinmiyor bile. O zamanlar bir inancımız vardı, bir grubumuz vardı, biz diyorduk adına. O bizi güçlü hissettiriyor, her zorluğa karşı gelebiliyorduk. Şimdi büyümüştük ama hiçbir şey o kadar da kolay gelmiyordu artık. Çoğu şey benzer olsa da artık biz kavramı o kadar güçlü değildi ve kimse kimse için döğüşmüyordu.
Güneşli bir İstanbul gününde vapur tıngır mıngır ilerlerken çekirdekli simitlerimizi kuşlara atıyorduk. Kuşlar gökyüzünde yalpalıyor, daireler çiziyor ve nasılsa sonunda o simitleri ıslanmadan yiyebiliyorlardı. Kendimi o martıların içerisindeki karga gibi hissediyordum. Ne aitliğim vardı ne de buna dair bir çabam. Yine de biz olmaya değer verdiğim iki insan yanıbaşımdaydı, eskisi gibi değilse de her şey, biz el eleydik ve bu beni mutlu, huzurlu hissettiriyordu.
Rüzgar yüzümüzü yalayıp geçerken uçuşan kısa saçlarımız gözlerimize giriyordu. Buna rağmen gülüşmeye devam ederek birbirimize bakıyor, gizlice birer sigara yakıyorduk. Çünkü yakalansak şu yaşımızda hiçbirimizin cebinde cezayı ödeyecek para yoktu.
Kadıköy rıhtımına yaklaşan vapur bizi birazdan kalabalık bir insan topluluğunun arasına bırakacaktı. Hem de bugün birkaç etkinlik vardı Kadıköy'de. Zaten hangi gün yoktu ki? Dikkatlice indik vapurdan. Karşımıza ilk çıkan şey Atatürk resmi satmaya çalışan İzmirli Chp kadın kolları başkanı kadınlar oldu. İstanbul hiç değişmiyordu.
Kadıköyde birkaç çay bahçesi vardır sahilde. Oralarda oturmayı severdim ben. Teklif ettim, sigara içilebilir bir mekan olması nedeniyle oy çokluğuyla oturma kararı aldık. Birer çay söyledik, denizin dibinde koşuşturan balıkları izlemeye koyulduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEŞİL
General FictionOmuzlarından baktı: yeşil. Yorgun ve telaşsız. Bekleyeni yok. Zamanı yok. Düşüncesi yok. Bitmiş. Gitmiş. Bırakmış. Hepsini, her şeyi. Yeşil affedilmeyi bekliyor.