O muhteşem manzaranın sarhoşluğuyla uçurumdan nasıl indiğimizi ve eve kadar nasıl geldiğimizi hiç hatırlamıyorum. Hatta Mayıs'ın bana buraya kadar neden eşlik ettiğini de. Evin ormana bakan büyük demir kapısının önünde durduğumuzda Mayıs'a döndüm:
-Teşekkür ederim. Her şey için. Çok, gerçekten çok güzeldi bugün bana gösterdiğin şeyler. Daha önce hiç görmediğim kadar güzeldi.
-Herkesin hayatında güzellikler vardır ve herkes bu güzellikleri görmeye ihtiyaç duyar. Ben sadece bakmanı değil, görmeni sağladım ,bana doğru bir adım attı ve, Unutma, güzel olan ve ihtiyaç duyduğun şeyler çok yakınında. Artık sadece bakma, aynı zamanda gör de. dedi. Arkasını dönüp uzaklaşırken kendime geldim ve onun hırkasını giydiğimi fark ettim. Yine. Seslendim:
-Mayııs, bir dakika bekle! Hırkanı bende unuttun!
Yavaşça bana doğru döndü ve geri geri gitmeye devam ederken "Önemli değil, sen hırkalarımı çok sevdin sanırım. Biraz daha vakit geçirmenize izin verebilirim!" dedi.
Gülümsedi
Gülümsedim.
Derin bir nefes aldım ve eve girdim. Saat 11'e geliyordu. Piyano kursum saat 2'de başlıyordu. Kendimi oyalamak için Bedirhan Gökçe'nin Ben Bunları Yazarken Sen Yine Uyuyordun adlı deneme kitabını aldım ve rastgele sayfalar açarak okumaya başladım. Ama olmuyordu, kendimi bir türlü kitaba veremiyordum. Mayıs'ın sözleri beynimin içinde dönüp duruyordu: Artık sadece bakma, aynı zamanda gör de. Acaba etrafımda nelere bakıyordum, beni mutlu edecek neleri görmüyordum. Hiçbir zaman içsel doygunluğa ulaşamamıştım. Mutsuz değildim evet, ama gerçekten mutlu da sayılmazdım.Bekliyordum. İçimdeki boşluğu dolduracak olanı, bakışlarımdaki hüznü görecek olanı ve gülümsememdeki burukluğu silecek olanı bekliyordum. Beni tamamlayacak olanı. Dışarıdan mutlu bir ailesi, güzel arkadaşlıkları, iyi notları olan sorunsuz bir kız gibi görünsem de iç dünyamda bunlar bana yeterli gelmiyordu. Bazen ben bana yeterim, kimseye ihtiyacım yok desem ve buna ben bile inansam da işin aslı öyle değildi işte. Kendimle çatışıyordum çünkü sadece kendimle konuşabiliyordum. Her şeye tek başıma göğüs gerdim bugüne kadar. Bundan sonra da yapabilirim desem de insan bir süre sonra gerçekten yoruluyor. Savaşmaktan yoruluyor, kazanmaktan yoruluyor, yaşamaktan yoruluyor. Yanında biri olsun istiyor. Ne olursa olsun ve ne yaparsa yapsın hep yanında duracak biri. Yaptığınız şeyi sorgulamayan ve yaptıysa mantıklı bir açıklaması vardır diyen biri. Öyle birini bulabilecek miyim bilmiyorum, ama bulanların çok şanslı olduğunu biliyorum. Umarım hayatımda bir kerecik olsun tüm kalbimle mutlu olabilirim. Belki bir gün birileri beni de fark eder. Belki bir gün ben de sevilmeyi tadarım. Çünkü ne yaşarsa yaşasın insan, kim olursa olsun sevilince daha iyi biri oluyor. Her ne kadar unutulmuş olsa da insana en çok sevmek yakışıyor.
Düşüncelerimin arasından dünyanın gerçekliğine çıktığım zaman ellerimin üzerinden sızan suyun kitaba aktığını gördüm. Gözyaşlarım kitabın üstüne düşmüş ve kitabın mürekkebini dağıtmıştı. Ben böyleydim işte, anlık duygu fırtınaları yaşayan biri. Akıllı bir deli. İnsan düşünürken zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyor. Saat 1'e geliyordu. Kalktım ve gardolabımın karşına geçtim. Kiremit rengi ispanyol paça pantolonumu ve siyah- beyaz tonları ince bir uzun kollu tişörtümü üzerime geçirdim. Saçlarımı taradım ve sağ tarafımda kalacak şekilde ördüm. En sevdiğim siyah çantama anahtarımı, cüzdanımı, telefonumu ve notalarımın bulunduğu dosyamı koyup evden çıkacakken gözüme mayısın hırkası takıldı. Rengi şaşırtıcı bir biçimde pantolonuma uyuyordu. Gülümseyerek hırkayı aldım ve evden çıktım. 15 dakikalık bir yürüyüşün ardından piyano öğrenme evine gelmiştim. Dersin başlamasına yarım saat vardı. Piyanomun başına geçtim ve parmaklarımın tuşlarda gezinmesine izin verdim. İstemsiz bir şekilde gülümsedim. İşte buna bayılıyordum. Müziğin üzerimde yarattığı etkiye bayılıyordum. Kurstan çıktıktan sonra içimdeki huzuru biraz daha sürdürmek için iki tarafı ağaçlarla çevrili olan arka yolu kullanmaya karar verdim. Yol ileride ikiye ayrılıyordu. Biri bizim evimizin bulunduğu yola, diğeri de deniz kenarına çıkıyordu. Ani bir içgüdüyle deniz kenarına doğru yola koyuldum. Üzerinde nice kararlar aldığım, gözyaşı döktüğüm kayama doğru ilerledim. Üzerinde biri oturuyordu. Yakınlaştıkça bunun Mayıs olduğunu fark ettim. Kayanın üzerinde hopladım ve onun kayanın ortasındaki çukurda yetişen çiçekle konuştuğunu anladım. Varlığımı fark edip arkasını döndüğünde utancağını sanmıştım. Ama hiç öyle olmadı. Yana doğru kaydı ve bana yer açtı. Benim için açtığı yere yerleştim ve çiçeğe baktım.Bu kayayı sevmemin sebeplerinden biri de buydu.
-Bir karar vermek zorunda olduğumda ya da ne yapacağımı bilmediğimde bu kayaya gelirim. Bu çiçek bana kötülüklerin içindeki güzelliği hatırlatır. Ona bakarım ve her zaman bir çıkış yolu olduğunu düşünürüm. Kayanın içinden böyle güzellikte bir çiçek. Fotoğraf yarışmalarına katılsa birinci olur bu fotoğraf.
-Oldu da zaten Eylül. Fotoğrafı çeken kişiyle aynı kayada oturuyorsun şu an.
-Ne? dedim şaşkınlıkla. Az önce onları içimden söylemedim mi ben? Sesli mi söyledim? Dalmışım bir an.
Gülümsedi.
-Aslında tam söylemiş sayılmazsın, mırıldanıyordun. Bu arada hırkan çok yakışmış ve çok güzelmiş. Zevkli olmalısın.
Bu sözler üzerine yanaklarım kızardı ve yanmaya başladı.
- Sadece pantolonuma uyuyordu o yüzden, diye geveledim.
Gözlerimin içine baktı. " Gerçekten, çok yakışmış. Bence hep giymelisin."
-Bir hafta sonra karne alıyoruz Mayıs, heyecanlı mısın?
-Hayır, zaten tatile girdik biz. Şu iş bir an önce resmileşsin istiyorum.
-Ama bazı şeyler adı konulmamışken güzel. Karne aldıktan sonraki zaman yani 'tatil' çok hızlı geçiyor. Şimdi bugünler sanki yılın 366. günü gibi. Haftaya yeni bir gün çıkmış gibi.
-Haklısın, bazı şeyler adı konulmamışken güzel. Ama şimdi bu tatil mi? Değil. Ama tatil değil de değil. Ne tatil diyebiliyoruz ne de tatil değil. Yani tatilimsi değil. Bak gördün mü karışıyor işte.
O konuşurken onu izliyordum. Yeşil gözleri ufuk çizgisiyle benim aramda gidip geliyordu. Sadece izliyordum. Onu izlerken ondan başka bir şey düşünemiyordum. Beynimdeki sesler kendi köşelerine çekiliyordu. Bir tek onun sesi bütün beynimi kaplıyordu.
-Dünyadan Eylül'e, dünyadan Eylül'e dediğinde gülümsedim ve 'Evet dünya, seni dinliyorum' dedim.
-Daldın gittin. Beni bu kadar dikkatli incelemene gerek yok, daha çok görüşücez nasılsa.
-Hadi ya, ben bu görüşümün son olmasını planlıyordum.
-Üzgünüm Eylül Hanım,hırkalarımın müptelası olduğunuzu unutuyorsunuz.
-Hırka demişken, bu hırka senin ten rengine hiç gitmez ona bakıyordum ben. Bana çok yakıştı bence.
-Haklısın yakıştı. Artık kalkalım mı? Hava serinlemeye başladı ve maalesef sana verecek bir hırka giymiyorum şu anda.
-Sen kalk ben daha yeni geldim, biraz daha oturucam.
-Eylül kalk hadi, beraber gidiyoruz.
-Ya git sen, ben biraz daha kalıcam dedim.
- Eylül görmüyor musun erkekler gelmeye başladı. Birazdan ateş yakıp içer bunlar. Olmaz burda sen tek başına, dedi beni kaldırırken.
Ayağa kalktım ve henüz bırakmamış olduğu elimi havaya kaldırıp altından geçerek ani bir hareketle kolunu arkadan büktüm.
-Bence kendimi koruyabilirim Mayıs, ne dersin?
Ne olduğunu anlayamadan kendimi Mayısın kolları arasında buldum. Sağ kolumu sırtımla kendisinin arasından geçirmiş, kendi kolunu da önümden geçirerek sağ eliyle sağ elimi tutmuştu. Boşta kalan eliyle de belimi sıkıca kavramıştı. bir milim bile kıpırdayamıyordum. Oynatabildiğim ölçüde başımı arkaya doğru çevirdim ve doğrudan gözlerime bakan yeşil gözlerini yakaladım. Ne o ne de ben hiçbir şey söylemiyorduk. Kulağıma doğru eğildi ve fısıldadı:
-İtiraz istemiyorum prenses, seni evine bırakıyorum.
-Pekala, sanırım şövalyemin sözünü dinleyeceğim, dedim.
Güneşin son ışıklarını, ilk ışıklarını karşıladığım kişiyle uğurladım. Yol boyunca ne o ne de ben tek kelime etmemiştik. İyi geceler diledikten sonra kendimi odama attım. youtube'tan rastgele bir alternatif rock playlisti açtım ve kendimi yatağıma bıraktım. Hırkanın yumuşak dokusunu yavaşça okşadım. Zihnim yavaş yavaş uykuya teslim olurken kalbimden vücuduma yayılan bir sıcaklık hissettim.
Gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zıt Kutupların Hikayesi
RomanceEylül, içinde milyon çeşit kendisinin olduğundan emin bir kız. Aksi ve uysal. Kendini beğenmiş, bir o kadar da özgüvensiz. Cesur olduğu kadar korkak. İnsanları kendinden uzaklaştırmak konusunda master yapmış. Mayıs, kendine güveni tam, çek...