*6* saloma*

176 23 10
                                    

Sonhayal05 ve ensar155 arkadaşlarıma yanımda oldukları ve mesajları için teşekkür eder bu bölümü onlara armağan ederim. İyi okumalar dileğiyle arkadaşlar........


Hikâyeler vardır, dilden dile, asırdan asırlara anlatan. Duygunun en saf halinden efsaneye dönüşen bir yolculukta can bulan hikayeler. Tarihin bilinmeyenleri arasından sıyrılıp gelen, kişiden kişiye değişim geçiren hikayeler. Kapalı kapılar ardından tarihe açılan bilgilerin hazinesidir o efsaneler.

Fırat bilmeden de olsa bir ışık yakmıştı bana, aslında. Lanetli mezar, ismini alıncaya kadar, nasıl bir evrim geçirmişti acaba o mezar? Çarşıda biten işimizin ardından bir an evvel kazı alanına gitmek için sabirsizlaniyordum. Fırat'tan yol kavşağında ayrılıp caddeye geçtim, bir taksi bulup köye gitmeliydim. Caddenin karşısına geçip bir yandan taksi beklerken diğer yandan da bu güzel şehrin yeni yeni canlanan seslerini dinliyordum. Ta ki önümde gelip duran eski bir arabanın huzur bozan sesine kadar.

Tekerlekler yere yakın, ardından siyah dumanlar çıkaran ve içinden gelen acayip bir müzik sesiyle, etrafına rahatsızlık yayan beyaz eski bir arabaydı. Ön camın açılması ile asıl rahatsızlığın arabada değil de içindekiler de olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti. İçki ve sigaranın kokusu buram buram etrafa yayılırken, esmer, kirli sakallı, kalın kaşlarının küçük gözlerini kapattığı bir adam başını camdan çıkarttı.

"hey güzelim gel seni istediğin yere götürelim yabancısın galiba, yardımcı olalım sana"

Adamın çatalaşmış sesinden, ve kızarmış gözlerinden hâlâ sarhoş olduğu belliydi. Tedirginlik tüm benliğimi ele geçirmeye başlamadan bu ortamdan kaçmam lazımdı. Bir kaç adım geri giderek, önce onlardan uzaklaştım sonrada hızlı adımlarla arkama bakmadan cadde üzerinde yürümeye başladım. Daha on adım atmamıştım ki araba yanımdan geçerek biraz ileride durdu ve kapısı açıldı. Az önce konuşan sarhoş adam araçtan inerek bir kaç adımda tam karşıma geçti.

Işte şimdi tedirginlik yerini korkuya bırakmaya başlamıştı. Sabah saatleri olması nedeniyle galiba cadde üzerinde kimseler de yoktu ve ben korkuyordum. Ellerim titremeye başlamıştı, boğazım kuruduğu için yutkunamıyordum bile ve en kötüsü adamın iğrenç kokusunun burnumun dibinde olmasıydı.

"nereye gidiyon, biz insanlık yapıp seni bırakalım diyoz sen cevap bile vermeden kaçıyon. Yakıştı mı şimdi bu sana ?"

"be..beni rahat bırakın lütfen" daha ben sözümü bitirmeden bir kahkaha koparmıştı adam. Sonrada arabaya doğru başını çevirip "lan bana lütfen diyo ya " diyerek, sinsi bakan gözlerini avına kilitlemiş bir sansar gibi tekrar bana çevirdi. Kendimi kapana yakalanmış bir kuş gibi çaresiz hissediyor ve titreyen bacaklarıma koş diyecek cesareti bulamıyordum. Adamın ter,sigara ve içkiyle harmanlanmış iğrenç kokusu ve ürkütücü kahkahası arasına karışan anî bir fren sesiyle gözlerimi kapattım. Aynı anda gelen çarpma sesine ard arda basılan korna sesi eşlik ediyordu. Sanki biri dikkatleri üzerine çekmek istiyordu ve bunu başarmıştı da. Daha az önce kahkaha atan adam bütün dikkatini hemen arkasında duran, pahalı ve bir o kadar da gösterişli arabaya vermişti. Yeni doğan güneşin altında bir jaguar gibi parlayan siyah araba biraz geriye gidip, tekrar gaza bastı. Önünde duran sarhoş adamın eski arabasına bilerek tekrar vurduğunda artık emin olmuştum. Bu bir kaza değildi. Sarhoş adamda bunu anlamış olacak ki beni bırakıp bir kaç adım geri gitti.

Benim için bu bir fırsattı, orada durup ne olduğuna bakmaktansa oradan bir an önce kaçmalıydım. Önce bir kaç adım geriledim ve sonra arkama bakmadan koşmaya başladım. Nefesim kesilene, ayaklarım el verdiğine kadar koştum. Yoldan geçmekte olan taksiyi görünceye kadar arkama bakma cesareti bile bulamadım kendimde. Bir anlık bir tereddütün ardından kendimi yola atıp taksinin önüne atladım. Aniden duran taksiye hiç beklemeden aynı hızla binip, derin bir nefes aldım. Önce bana kızmak için ağzını açan taksinin şoförü, sanırım halimi görünce susup dikkatle yüzümü inceledi. Kırklı yaşlarda olan esmer tenli kirli sakallı adam yüzüme bir süre baktıktan sonra " iyi misin kızım? Bir sorun mu var?" Dedi. Taksinin içinde dogrulup arkama korku dolu gözlerle bir süre baktıktan sonra, adama dönerek "iyiyim, iyiyim teşekkür ederim, ben şey ben Güzel ova köyüne gidecektim" dedim.

Başını sallamakla yetinen adam , şüpheli bakışlarla bir süre daha baktıktan sonra önüne dönüp aracı çalıştırdı.

Nerdeyse bir saati aşan bir süre sonrasında köye gelmiştik. Köy meydanında ki kahvehaneye gidip kazı alanına nasıl gideceğimi sorduğumda, insanların meraklı bakışlarının nasıl öfkeli bakışlara dönüştüğünü gördüm. Sanki orası hakkında konuşmak bile onları tedirgin etmeye yetiyordu. Biraz sert ve rahatsız edici bir tavırla konuşmuş olsalar da yolu tarif etmişlerdi. Fırat bu köyle ilgili az bile söylemişti, gerçektende bizi burada istemiyorlardı. On dakikalık bir yolculuktan sonra lanetli orman dedikleri yere gelmiştim. Buranın hemen ardında kazı alanı olmalıydı. Saat öğle üzeri sularında olmalıydı, kapalı olan hava yağmura gebeydi. Sık çalılıklar, birbirine karışmış uzun ve dağınık ağaçların arasında ilerlerken, kulağıma gelen hırlama sesiyle donup kalmıştım. Sesin geldiği yönü bulabilmek için olduğum yerde kalıp, etrafı dinlemeye başladım. Kalp atışlarımdan başka bir ses duyamıyordum. Tam yanlış duyduğumu düşünüp haraket edecektim ki aynı ses tam karşımdaki sık bir çalının ardından geldi tekrar. Nefesimi tutup, öylece kalakaldım. İşte tam da o anda önce kocaman bir kafa sonrada iri bedenini gördüğüm köpek kendini tamamen göstermişti. Yorgun bakan gözlerinin aksine, iri bedenini çevik bir şekilde haraket ettirip, tam karşıma durdu. Hırlayan sesler çıkaran ağzında görünen keskin dişleri, titreyen bedenime inen son darbe gibiydi. Gözlerimin karardığı ve bilincimin gittiği o son anlarda duyduğum son ses bir adama aitti.

"derdo, deerrdooo"....

Yüzümde hissettiğim serinlik, yumuşak dukunuşların saçlarımın arasından geçişi, bir rüyadan uyanmanin rahatlığı gibiydi. Uçsuz bucaksız karanlığın ışığa açılan kapısı gibi aralanan gözlerim, parlak misket rengi mavilerle kesişti. Arslan endişeli bir yüzle beni inceliyordu . Uyandığımı görünce yumuşak bir rahatlık yayıldı yüzüne.

" İyi misin Maral?"

" ne oldu bana?"

" bayılmışsın, ormandan buraya kadar Mirdan getirdi seni " soru dolu gözlerle baktığımı görünce devam etti. " Mirdan, köyün çobanıdır, kimine göre deli, kimine göre derviş dediklerinden yani. Ormanda bulmuş seni buraya da o getirdi" dedi.

Kafamı toplamaya çalışarak neler olduğunu anlama çalıştım ama gördüğüm o köpekten başka bişey hatırlamıyordum. Sanırım bugün tüm olanlardan sonra bedenim sonunda iflas etmişti. Kriz geçirmediğime şükür etmekten başka elimden bişey gelmiyordu. Arslan'ın hâlâ endişe dolu bakışlarını görünce gülümseyerek "iyiyim, şimdi daha iyiyim" dedim.

"hadi o zaman, buraya asıl gelme nedenini görmeye gidelim" dedi, başıyla ileride ki alanı göstererek.

Bugün ilk kez nefesim korkudan değil heyecandan kesilerek, başımla onayladım. Ayağa kalkıp elini benim de kalkmam için uzattı. Elimi onun kocaman ve sıcacık ellerinin arasında hissettiğimde, içime ılık ılık birşeylerin aktığını hissettim. Sanki elindeki sıcaklık ta yüreğime işlemiş gibi bedenime dağıldı. Bir yandan yürüyor bir yandan da yüzümün kızardığını anlamasın diyerek çantanın içini kurcalıyorum.

"Geldik, ışte burası...."

Sesin geldiği yöne döndüğümde, küçük bir tepe içine doğru uzanan koridor büyüklüğündeki mağaranın girişi gözlerimin önüne serildi. Zamanın yavaşladığını hissettiğiniz bir an olmuş mudur hiç? Benim için ışte o an zaman yavaşlamış, hava bile ağırlaşmıştı. Bu mağarayı ben daha önce görmüştüm çünkü. İçerinin ben ve küf kokusu bile bir anda benliğime dolan rüyanın içinde yerini almıştı. Mardin'e gelirken gördüğüm o rüya şimdi gerçek ve canlı olarak karşımdaydı.

Bu o mağaraydı........

Hiç böyle bir rüya gördünüz mü ?
Gece gördüğünüz rüya gündüz gerçekten karşınızda canlandı mı?...

SALOMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin