Zanem00 arkadaşım aramıza hoşgeldin :)).........
Karanlık bir uçurumda, hızla aşağıya düşen bir taş gibiydim. Bağırmak, yardım istemek veya ağlamak için bile olsa, nefesi içime çekemiyor, soluksuz bir boşluğa doğru gidiyordum. Sonsuz gibi gelen bu düşüşün sonu da kendisi gibi korkunç ve acılı oldu. Sırt ve kalçam, sert zemine bir külçe gibi düşerken, acı dolu bir çığlık, dalga dalga yankı yaptı. Acıyla sımsıkı kapanan gözlerimi, ağlayarak aralamaya çalıştıysam da olmuyordu. Ne hissetmediğim ayaklarına ve bedenime ne de acıyla titreyen kollarıma hükmüm geçmiyordu. Tek yapabildiğim ağlamak ve bu acının biraz olsun geçmesini ummaktı. Bir süre sonra burnuma gelen tanıdık kokuyla gözlerimi açtım. Evet yanılmamıştım, bu taş duvarlar, bu nemli toprak ve küf kokusu bana yabancı olmadığım bir yerde oluşumun işaretiydi.
Mağara....
Duvarda yanan meşalelerin tavandaki delikten gelen rüzgarla dans edişini görüyordum. Uyuşuk bedenim bile kendi acısını unutmuş gibi doğrulmak ve yaşanan şeyin gerçekliğini anlamak istiyordu adeta. Tavandaki delikten damlalar dökülüyor, yağmurun ve rüzgarın sesi kulak tırmalıyordu. Meşaleler duvarlarda titreştikçe, büyük ve korkunç gölgeler tüyler ürpertici bir hal alıyordu.
O an kulaklarıma gelen ince bir sesin ninni misali melodisi, korku filmlerini aratmayacak nitelikteydi. Gözlerimi duvardaki şekillerden sakin ve korkuyla, sesin geldiği tarafa doğru ağır ağır çevirdim. Nefesim tutuk, gözlerim yuvalarından çıkarcasına ürkek ve hissetmediğimi zannettiğim ayaklarım titrek sesin geldiği köşeye baktım. Uzun buğday sarısı saçlar, eskiden belliki beyaz olan ama şimdi kir ve pisliğinden rengi bozulmuş beyaz elbise giymiş bir kız. Mağaranın en karanlık köşesine arkası taş duvara dönük oturmuş, bir şeylerle uğraşıyor ve dudakları kapalı bir ninni mırıldanıyordu. Yerden doğrulmak, nerede olduğumu anlamak için onunla konuşmak zorundaydım. Akli dengesi bozuk, ya da sağır olabilirdi. Çünkü ben düştüğüm zamanki sesim ve ağlamalarımı duymamış olamazdı.
"hey .. bakar mısın... heyyy bana yardım eder misin?"
Duymuyordu, yada anlamıyordu. Kendi çabalarımla doğrulup olduğum yerde oturdum, ama sağ bacağım düşündüğümden daha kötüydü. Bırak ayağa kalkmayı yerinden kıpırdamıyor ama görünürde de bir yara veya kan bulunmuyordu. Bir süre sonra acı verici ve zor olsada sonunda mağaranın duvarına kadar sürünmüş ve duvardan destekle ayağa kalkmıştım. Sağ ayağımın üzerine basmadan duvara tutunarak kızın yanına yaklaştım. Tam ardına gelince tekrar seslendim ama değil cevap vermek beni yine duymuyordu.
Ardımdan gelen bir gürültü ile arkama döndüğümde büyük ve oymalı bir kapının gürültü ile açılıp, iri yarı bir adamın kapının eşiğinden içeri girdiğini gördüm. Adam pala bıyıklı, omuzlarına gelen pis ve dağınık saçlarını kapatan bir migfer takmış, deri bir yelek altına uzun elbise biçimli kıyafetin altına uzun da bir çizme giymiş, kötü bakışlı biriydi. Hemen yani başımdaki hareketlenmeye dönüp baktığımda, kız az önceki oturduğu köşeyi kapatmak için önünde duruyor, bir yandan da gelen adama meydan okuyan bakışlar atıyordu. Bana bir nefes kadar uzak olan genç kızın o bakışlarındaki derin öfkeyi anlamak için yanında olmaya gerek bile yoktu.
" al bakalım inşallah bunu da kırmazsın, bir daha bulamazsın haberin olsun"
Görünüşü kadar sesi ve bakışları da korkunç olan adam geldiği gibi de gürültüye kapattığı kapıdan çıkıp gitti. Gözlerimi mağarada yine başbaşa kaldığım kıza çevirdiğim de çoktan eski yerine oturup kaldığı yerden işine başlamıştı bile. Ne yaptığını görmek için biraz daha yaklaşıp iyice sokuldum. Elinde az önce ki adamın getirdiği şu testisinin aynından vardı. İçine doldurduğu bir tomar yıpranmış kağıdı zorla doldurmuş, mağaranın köşesini Derince kazmış ve testiyi içine ağzını kapatıp çukura yerleştiriyordu. Yine aynı ninniyi mırıldanarak,özenle toprağı üzerine örtmeye başladı. İşi bitince ninni de durdu, ve sadece öylece durup toprağa bakmaya başladı. O gözlerini toprağa dikmiş bakarken bende tüm dikkatimi ona vermiş bakıyordum. Aniden gök yüzünü Yaran bir Şimşek ve hemen ardından gelen gök gürültüsüyle dudakları aralandı ve anlamadığım bir dilde birşeyler mırıldanmaya başladı. Yağmurun sesi şiddetini arttirdikca onunda sesi artıyor ve mağaranın soğuk duvarlarında yankilaniyordu. Hiç nefes almadan tekrar tekrar bir dua okur gibi "¥endarea kangerie, ₩anhiyery blaydn, ₩htekn without prior, ¥ydasma grf" diyordu.
Oturduğu yerden kalkıp bir anda bana döndü, o ana kadar orada olduğumu hiç farketmeyen kız bir anda gözlerini gözlerimin içine dikti. Duvardaki meşaleler bir anda harlanıp alevleri tüm mağaraya yayıldı. Alevlerin arasında küçük bir kızın çığlığı duyulmaya başladığı anda her yer karardı.
Nefes nefese kuruyan boğazıma aldırış etmeden attığım acı bir çığlık, boş odada adeta yankı yapmıştı. Karanlığa aşina olmuş gözlerim ani uyanışın etkisiyle yanarken, keskin bir bıçak tüm vücuduma izlerini bırakırcasına acı veriyordu. Yastıktan kaldırmaya çalıştığım başım sanki beton bir ağırlığın altında kalmış gibi taş kesilmişti. Elime değen ağırlık başıma sarılmış bandajdan kaynaklanıyor olduğunu anlamam uzun sürmedi.
Bana o kadar tanıdık gelen ve acıların geçmişine bir girdap gibi beni çeken bu yer, bir hastaneden başka bir yer değildi. İlaç ve ağır dezanfektan kokusu küçücük bir kızın zihin boşluğundaki acınası geçmişe çekiştirmekten başka işe yaramıyordu beni.
Çok geçmeden içeri giren kırklı yaşlarda bir hemşire ile göz göze gelmiştim. Önce bir anlık bir şaşkınlık ardından da yüzüne belki de bugün binlerce kez yerleştirmek zorunda kaldığı şefkat maskesi ile karşıladı beni.
" demek uyandınız Maral hanım , nasıl hissediyorsunuz?"
" iyiyim sanırım sadece başım ağrıyor, bana ne olduğunu hatırlayamıyorum." Gerçekten ne olmuştu?
Hemşire önce seruma sonra tekrar bana bakarak "sanırım bir kaza atlatmışsınız, arkadaşınız çok kan kaybetmeden tampon yaparak başınızı ve ayağınızı sarmış ve buraya getirmiş sizi . Benim bilgim bu kadar şimdilik geçmiş olsun " hemşire o kadar seri anlatmıştı ki sanki soru kapasitesini bugün için doldurmuş gibiydi.
Kapıya ilerleyen hemşirenin ardından kapı daha kapanma fırsatı bulamadan tekrar açıldı. Aslan içeri endişeli bir yüzle girdiğinde, sanki başımdaki ağrı da içinde bulunduğum durumun acınası havasıda kaybolmuştu.
"İyi misin Maral ? bizi çok korkuttun "
" iyiyim ,gerçekten çok iyiyim yani çok üzgünüm sakarlığım için" daha büyük saçmalamadan önce sussam iyi olurdu. Allahım ben ne kadar salak bir kızım böyle , sadece salakta değil üstelik beceriksiz ve aptalımda. İki lafı bile bir araya getirecek cesaret yok bende her zaman ki gibi.
Aslan da garip hallerime önce tuhaf bir bakış atıp sonra da o sevimli gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. Rahatlamış gibiydi acaba benim için gerçekten de endişe mi ediyordu.
"Bak Maral orada yanı mağaranın tepesinde ne işin vardı demeyeceğim çünkü araştırmacı bir kişiliğin olduğunu en başından anlamıştım. Ama daha dikkatli olman konusunda seni uyarmam lazım galiba. " ne diyebilirim ki adam haklı. Geldiğim günden beri her kaza her sakarlık ve aptalca şey benim başıma geliyordu.
"Beni tekrar kurtardığın için teşekkür ederim " yüzünün bir an için düştüğünü gördüğüm Aslan , önce gözlerini kaçırdı ve sonra tatsız bir ses tonuyla "seni bulan kişiye teşekkür edersin daha sonra çünkü o ben değilim" dedi.
Anlayamamıştım ama sonra hafızamı yoklayınca hatırladım, evet hatırladım. Adımı seslenen ve beni kucağına alan kişi , o yoğun tarçın kokusu olan kişi , o kişi Çınar'dan başkası değildi.Çınar Hekimoğlu.......
Yeni bölümün geçikmesi konusunda özür dilerim arkadaşlar . Ama söz veriyorum Zehra gibi bu kitabı da en kısa sürede ve sizi bekletmeden yazacağım ....
Nasıl buldunuz bu bölümü bakalım????
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALOMA
Historical FictionSabırla karanlıklar arasında beklenen yılların intikamını alacaktı. Tüm erkek soyundan....! Tarihî kalıntılar arasında kaybolmuş bir efsane ve bu efsanevi hikayeyle yolları kesişen bir genç kızın hikayesi.. *SALOMA*