Micchiwilton Kurgusu

34 2 4
                                    

23 Mayıs, Gece Vakti

Parmaklarını, usulca, dakikalardır dokunduğu daktilonun üzerinden çekti. Belki üç saattir belki de dört, bir mektup yazıyordu. Titreyen ellerini gözlerine götürüp nemli gözlerini kuruladı. Daktiloya ve halihazırda daktilonun içinde bulunan mektuba baktı. Yavaşça kağıdı çıkarıp gece karanlığını aydınlatmak için kullandığı gaz lambasının yanına koydu. Ahşap çekmeceyi açtı, aynı titreyen elleriyle mektubu parşömen zarfa koydu. Zarfı, dirsek boyu eldiveninin arasına, bileğine sıkıştırmıştı. Şimdi mektup bileğindeydi ve kimse de onu göremezdi. Biri elinden tutsa bile.

Mavi üzerine beyaz çiçek desenlerine sahip astarlı basma elbisesini düzeltti aynaya yürürken. Dizlerine kadar çektiği beyaz, incecik çoraplarının üzerine basmaya korkar gibi, parmak ucunda yürüyordu. Korktuğu şey çoraplarını incitmek değildi, gecenin bir yarısı babasını uyandırmaktı.

Elbette yatak odalarının aralarında iki kat bulunan babasının kulağına çalınmazdı kızının ayak sesleri, fakat yan odalardaki kardeşine veya en fenası, kahyâya duyurabilirdi kendisini.

Kahyâ Bayan Michaevel, İtalyan asıllı bir kadındı, oldukça da sinirli bir mizacı vardı. Evdeki kız çocuklarından da, tüm çocuklardan da nefret ederdi ve ceza almaları için elinden gelen her şeyi yapardı.

Dikkatli gözlerle boy aynasından kendine bakarken boy aynasının altın suyuna bandırılmış çerçevesinin yer yer dökülmüş, soyulmuş olduğunu gördü. Gözleri doldu. Annesinin hediyesi.... Toparlandı. Gözlerini kırpıştırdı. Şimdi ağlayamazdı. Bu gece bitmesi gerekiyordu. Gözlerinin önüne dökülen kısa birkaç tel saçını da kafasındaki küçük tel tokalara sıkıştırdı. Düzgünce aşağıdan topuz yapılmış saçlarından çıkan bukleleri düzeltti. Mavi gözlerini aynaya dikti ve kirpiklerine baktı. Çatlak dudaklarını fark edince uzanıp tenekeden yapılmış, küçük bir kutuyu aldı ve işaret parmağıyla içindeki lavanta yapraklı ev yapımı nemlendiricisini pembe-kızıl dudaklarına sürdü.

Son kez kendine bakıp o sabah bahçeden geldiğinde yatağının altına sakladığı ayakkabılarını birkaç saattir durdukları yerden aldı ve çoğunlukla açık olan camın önüne gitti. Böylece arkasından kapatmadığında kimse açık pencerenin tuhaf olduğunu düşünmeyecekti.

Pencerenin mermerine oturup ayaklarını dışarı sarkıtmadan önce kararlı bir şekilde ayakkabılarını giydi ve tek zıplayışta alt katın balkonunun çatısına indi. Oradan hafif  adımlarla yürüyüp yüz on yedi yaşındaki ağaca çıktı ve dallarını bir merdiven gibi kullanarak aşağı indi.

Üstü başı toz olmuştu, aşağı inerken dallardan birinin çizdiği sağ yanağı ve elbisesiyle birlikte yırtılan sağ kolu kanıyordu. Elinin tersiyle kanayan yanağını sildi ve acıyan kolunu tutarak beklemeye başladı. Çakıltaşlı yolda ayaklarının çıkardığı sesi dinliyordu. Durduğu yerden üç - dört adım sonra patika yol başlıyordu. Oraya ilerledi. Beş dakika kadar bekledikten sonra, yolun ilerisinden, güçlü yanan bir gaz lambasının ona doğru hareket ettiğini, ona gittikçe yaklaştığını gördü.

*

23 Mayıs, Öğleden Sonra

Bileğine götürdü sol elini. Kol düğmelerine dokundu. Parlak gümüş, üzerine aile armasının işlenmiş olduğu kol düğmelerine. Bu, onun için çok önemliydi. Ailesi, ataları ve bulunduğu iki yüz yıllık ev. Fakat, şimdi yapacağı şey de çok önemliydi. Ailesini riske atabilirdi. Ailesi yok olabilirdi. Belki kendi de. Hayır. Yapmalıydı. Ne olursa olsun.

Kumaş siyah pantolonunun bileklerindeki tozları silkeledi ayağa kalktıktan sonra, beyaz gömleğinin yakasını düzeltti ve ceketini giydi. Anne ve babası, kız kardeşini de alarak bir kutlama törenine gitmişlerdi. Büyük ev boştu. Kimse onu fark etmeyecekti. Normalde de görmüyorlardı zaten.

Büyük giriş kapısının önüne geldi. Merdivenlerden aşağı hızlıca indi, evine son bir kez baktı ve sivri uçlu rugan siyah ayakkabılarını giydi. Hızlı adımlarla karşıdaki ağaca ilerledi. Ağaca çıkıp beklemeye başladı.

Dakikalar geçmek bilmez halde, öylece beklerken, uzaklardan gelen birkaç atın güçlü kişneyişlerinin sesini işitti. Heyecanlanmıştı. Derin soluklar alıp verdi. İşte arkadaşı, faytonu getirmişti. Simsiyah, sanki kraliyet ailesine aitmiş gibi görünen süslü fayton, tam onun, dalının üzerinde oturduğu ağacın önünde yavaşlayarak durdu. Tek zıplayışta yere indi. Etrafa çok bakınmamaya çalışarak, fakat yine de bakarak, faytona bindi. 

*

23 Mayıs, Sabaha Karşı

Gecenin derin karanlığında, ay ışığında çelik bıçağın parlayışı, kasabadaki aydan başka tek ışıktı. Büyük evin önüne gelince durdu. Bir an düşündü. Kendi mutluluğunu...

Sonra da eve girip bir kuş tüyü kadar hafif adımlarla, tam istikamet, odanın yolunu tuttu. Ahşap merdivenlerden çıktı.

Gıcırdayan tahta basamaklar arada gergin bir ortam yaratsa da, duraksamadan devam etmişti. Odanın kapısının önünde durdu. 

İlk önce kilit var mı yok mu diye kontrol etti sol elinin parmaklarıyla. Yoktu. Kolay olacaktı. Çarpık bir şekilde sırıttı. Karanlık odaya girdi. Yatakta yatan genç çocuğun yatağının yanındaki ufak komodinin üzerinde, boş bardağı fark etti. İlaç içilmişti. Çocuk, ölmüş olmalıydı.

Birkaç adım ilerledi kuş gibi hafif adımlarla. Yatağın dibinde birkaç dakika öylece durdu. Dolan gözlerini geri itti. Ağlayamazdı. Ağlamak için fazla duygusuz bir iş yapıyordu. Derin bir nefes aldı. Bıçağını alıp hareketsiz yatan genç adamın bileğine tek bir çizik attı ilk önce. Sonra da çizginin üstüne bıçakla, özensizce, T harfini kazıdı. 

Gerisingeri nereden geldiyse aynı adımları attı. Merdivenlerin en gıcırtısız basamaklarından, bir önceki geçişinde atladığı basamaklardan indi. Koca kapının aralık bıraktığı dar aralıktan çıktı. Toprak yola inen mermer merdivenleri atik bir hareketle birkaç adımda indi. Üzerindeki kahverengi ceketi silkeledi, büyük bir günahtan kurtulmuş gibi. Issız yolda büyük evden uzaklaşırken, parmak uçları bile soğumamıştı.

MuditaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin