Kırık Ayna

8 1 1
                                    

24 Mayıs, Öğlene Doğru

Atlıların dört nala onlara doğru geldiğini fark eden Gabriel, ani bir telaşla, dibinde durdukları ağaca yaslanmış bir şekilde kollarını bağlamış dinlenmekte olan Peter'a seslendi ve yanında duran Elizabeth'i kolundan pek de kibar olmayan bir tarzda çekip faytona geri binmesini sağladı. On beş saniye kadar sonra Queen ve King Arthur II, dörtnala koşuyorlar, bir o yana bir bu yana savrulup duran faytonu da beraberinde koşturuyorlardı.

Patika yolda tozu dumana katarak ilerlerlerken, arkalarından gelen at kişnemeleri kendi atlarını rahatsız etmiş, sadece birer tay iken bile uysal olan hayvanlar şimdi vahşileşmişti. Sanki peşlerinden koşturan o atlardaki bir şey, iki uysal ata bir çeşit büyü yapıyor gibiydi. Gabriel, Elizabeth'in aksine korkmuyor gibi görünüyordu. Hatta o da atlarıyla birlikte dörtnala koşuyormuşçasına, yarı ayakta yarı kambur pozisyonda yarışa giren bir jokeyin heyecanını takınmıştı.

James arkasını dönüp arkadan gelenleri kontrol etti. "Eşkıyalar. Pahalı görünümlü bir fayton ve birden fazla at gördüklerinde harekete geçerler." diye açıklama yaptı Elizabeth'e. Genç kız oldukça korkmuş görünüyordu. Bu açıklamayı duyan Gabriel ön tarafta, dizginleri tuttuğu iki elinden tekini alnına götürüp boncuk boncuk damlayan terini sildi. "Ya, öyle mi? Bu eşkıyaların kullandıkları atlar nasıl peki, bakımlılar mı?" Bu soruya hazırlıksız yakalanan James anlık hareketle arkasını tekrar döndü. "Atları yorulmaya başladı bile. Her gün yeterince yemek yediklerini sanmıyorum." diye yanıtladı. Gabriel, haşin bir hırsla gülümsedi ve arkadaki arkadaşlarının duymayacağı bir sesle, "Güzel...." diye mırıldandı.

Gabriel'ın yanakları sanki o koşmuş gibi kıpkırmızı kesilmişti ve alnından akan terler bütün yüzünü parlatıyordu. Dizginleri daha sıkı kavradı ve atları sola yönlendirdi.

King Arthur II, alnındaki beyaz leke dışında simsiyah, güçlü bir attı. Queen ise kirli beyaz, kızıl kahve lekeleri olan bir attı. Elizabeth'e göre bu lekeler çile benziyordu ve Queen'i daha da güzel hale getirmişlerdi. King Arthur II, tay iken Queen'den çok daha zayıf ve çelimsiz bir hayvandı. Ancak, zaman değişip de taylar yetişkin atlara dönüştüklerinde, King Arthur II, kız arkadaşını yarışlarda geçer hale gelmişti.

Gabriel, dakikalardır dizginleri bir o tarafa bir bu tarafa çekiyor, atlarsa sürücülerinin emirlerine bir bir uyuyordu. Elizabeth, faytonun savrulmalarından korkup oturduğu koltuğa sıkı sıkı yapışmış, yanında durup ona korkmamasını söyleyen James'in endişeli sesini duymuyordu bile. Derin nefesler alıp veriyordu sadece. Tıpkı Gabriel gibi onun da yanakları kıpkırmızı olmuştu.

Sonunda biraz daha gittikten sonra durmuşlardı ve bundan en çok memnun olan kişi Elizabeth'ten başkası değildi. Queen ve King Arthur II ise daha fazla koşturmak için faytonun sürücü koltuğundan inen Gabriel'ın gözlerini yakalamaya çalışıyorlardı. Elizabeth çantasını sıkıca kavradı ve bir derin nefes daha aldı. Özel mülke ait bir koruluğun girişindeydiler ve faytonu atlarla birlikte ağaçların arasına bırakmışlardı. Bu kadar büyük bir ev için ne kadar saygısızca bir hareket olup olmadığına karar verememiş gibiydiler.

Endişelenen James, Elizabeth'in koluna girdi ve saray gibi görünen bu geniş eve doğru yürüdüler. Gabriel ise bahçede beklemeyi seçmişti.

"Ne kadar.... Açık renkli bir saç." dedi Gabriel'ın arkasından hiç de dostça gelmeyen bir erkek sesi. Gabriel refleksle elini beyaza yakın sarı saçlarına götürüp arkasını gelen sese doğru döndü. "Ben...." dedi ellili yaşlardaki adam. "Deightman. George Deigtman. Lord Shailwan'ın özel bahçıvanıyım. Ve siz de?"

"Be- ben...." diye kekeledi Gabriel. Üzerindeki siyah takım en özel yerlere gitmesi için bizzat annesi tarafından dikilmişti ve üzerinde Gabriel'ı ne gibi gösterdiğini o kestiremiyordu.

"Üzerindekine bakılırsa bir sokak çocuğu değilsin. Ne için geldin? İş bulmaya mı?" diye kendinden emin bir biçimde sordu George. Nasırlı elleri yeşil renge bulanmıştı ve kısa, düzensiz biçimde kesilmiş tırnaklarının arasında toprak vardı. Yüzü gözü toprak ve kir içinde olmasına rağmen o kadar saygın bir duruşu ve konuşma tarzı vardı ki eğer kral veya kraliçe olsanız bile onun karşısında eğilmemek size aptalca gelebilirdi.

Fakat Gabriel, George'un karşısında eğilmek yerine sırtını dikleştirdi ve, "Ben Gabriel. Buraya iş aramak, para dilenmek veya bir şeyler çalmak için gelmedim. Size bir hırsız gibi göründüğüm için üzgünüm fakat İngilizlerin çoğunlukla sarışın olduğunu sanıyordum." Gabriel'ın sözlerini bitirdiğinde nefesi kesilmişti. Bunu karşısındakine fark ettirmemek için yavaş yavaş nefes aldı. George, bu küçük konuşmadan pek de etkilenmiş gibi görünmüyordu. Yine de biraz olsun karşısında duran, oğlu yaşındaki tanımadığı bu genç adama karşı saygı takınmayı bildi. "Peki ya, ne için geldiniz öyleyse?" dedi değişmeyen konuşma tarzıyla, tabii daha nazikçe.

"Lord Shailwan'ın kızlarına dadılık yapacak-" Bir çığlık sesi yükseldi. Az ilerideki kulübeden gelen, küçük bir kız çocuğuna ait bir çığlıktı bu. "Anne! Yeni dadının şoförüyle evlenebilir miyim?" Gabriel şaşkın bakışlarla kulübeden çıkmış annesiyle birlikte yanlarına gelen on yaşlarındaki kıza doğru baktı. Annesi düzgünce toplanmış gri saçlarını düzeltip kızının dudaklarına elini bastırdı. Ardından Gabriel'a dönüp yere kadar eğildi ve, bahçıvanın aksine büyük bir saygıyla, "Gerçekten kızım adına üzgünüm, sayın beyefendi." dedi.

Gabriel ellerini uzatıp kadını yukarıya bakması için kaldırmak istemişti fakat saygısızlık olacağını düşündüğünden onun geri kalkmasını bekledi. Saçları üçlü örülmüş, sonra o örgüler de birbirleriyle örülüp tek, kocaman bir örgü haline getirilmiş, onunla da yetinilmeyip saçlarına bir de büyük bir lavanta takılmış küçük kız, büyülenmiş gözlerle ne olduğunu anlamayan Gabriel'a bakıp, "Saçların ne güzelmiş Bay Dadının Şoförü." dedi.

"Teşekkür ederim güzel küçük bayan fakat ben Elizabeth'in şoförü değil, sadece arkadaşıyım." dedi Gabriel incitici olmamaya çalışan bir sesle. Bahçıvan ise, "Peki Bay Gabriel. Lütfen salonda dinlenin. Marjie, lütfen beyefendiyi salona götür." dedi emir verici fakat nazik bir tonda. Daha sonra ise elindeki bahçe makasını boşa açıp kapayarak onlardan uzaklaştı. Marjie ve Gabriel içeriye yürürlerken arkalarında kalan küçük kız ise huysuzlanarak, "Yeni dadının adı.... Elizabeth'miş." diye mırıldandı. Ardından ani bir duygu değişimiyle ağlamaklı bir sesle, "Ablamın ismi...." dedi ve geldiği yönden doğruca kulübeye koşturmaya başladı. Bir yandan da gözlerini siliyordu.

MuditaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin