Tanıtım,

2.2K 159 151
                                    

Bae Irene.

Onu tanımlamak, biraz kişiye özgüdür. Fazlasıyla özneldir. Mesela, onu ilk gördüğünüzde aklınızdan geçen ilk şey neyse Bae Irene o olur. Sooyoung onu ilk gördüğünde bir tanrıça olduğunu sanmıştı, dindar olan ailesi ile her pazar kilisede oldukları için bunu pekte garip karşılamamıştım. Altı yaşındaki ufak bir kız çocuğu olan Sooyoung, kendisinden iki yaş büyük olmasına karşın antik yunandan taşmış gibi görünen Irene'e ilk rastladığında onu tanrıça sanmış olabilirdi. Şimdi on sekiz yaşındaki Sooyoung, onun hala bir tanrıça olduğunu düşünüyordu.

Wendy onu ilk gördüğünde henüz o da altı yaşındaydı. Ona göre Irene bir periydi. Babaları onu yetimhaneden evlat edindikleri ilk günden beri her gece ona perilerle ilgili masallar okuyorlardı. Hatta ona Peter Pan'ın sevgilisi olan Wendy'nin ismini vermişlerdi. Perilerin kendisi için anlamı çok büyüktü. Bu yüzden Wendy lügatında güzel olan her şeyin karşılığında tek bir sıfat kullanırdı, peri. Hayatında ilk defa kusursuz bir güzellikle rastlaşıncada atlayıvermişti hemen, Peri Irene.

Yeri onun için mor, diyor. Elbette bu renge olan derin tutkusundan değil(!). Yeri en küçüğümüzdü. Henüz dört yaşındaydı ve ailesi ile renkleri öğreniyordu. Renkli okul öncesi kitaplarından birine bakıp tam döndüremediği diliyle renkleri telafuz etmeye çabalarken, Irene üzerinde minik işlemeler olan mor elbisesi ile geçiyordu evlerinin önünden. O anda minik Yeri sevimli elini kaldırıp kenarlarından salyalar akan dudakları ve yeni yetme dili ile onu göstererek peltekçe bağırıyor. Mor.

Sanırım, sıra bana geldi. Kendi hikayemin yan karakteri olmaya o kadar alışığım ki, sıranın bana gelmesi içimde en ufak bir zerreyi bile heyecanlandırmıyor.

Bana göre Irene bir lavanta. Ya da en azından öyleydi. Onu ilk gördüğümde ateş turuncu-Sooyoung kızıl dese bile turuncu- kıvırcık saçlarımı düzeltmeye çalışıyordum. Her zamanki gibi son derece dağınık ve karışıklardı. Terleyen ellerime dolanıyorlardı ve hiçbir zaman onları tek tek tarayıp açacak kadar sabırlı bir kız olmamıştım. Güneşte belirginleşip kaşınmaya başlayan çillerim yüzünden acı içinde çok ağlamış, sahile kadar koşturmuş, yorgun düşüp bir türlü şekil veremediğim tutamlarımla oynuyordum. Yanaklarım yaş, tepemde güneş, dudaklarımın kenarlarında dondurma izleri. Beş yaşındaki Seulgi tam olarak bu oluyordu.

Beni bahçede, bıraktığı yerde bulamayan ağabeyim Hoseok, kaybolduğumu bağırarak ağlıyor ve ortalığı ayağa kaldırıyordu. Annemler telaş içerisinde beni aramaya koyulduğunda bile Hoseok deli gibi ağlayıp onları, beni kasabamızın meşhur efsanesi olan bahçe trollerinin kaçırdığına ikna etmeye çalışıyordu.

Irene ve ailesi ise yan komşumuzdu. Biz henüz tanışmıyorduk çünkü kendisi tam bir ev kuşuydu ancak kayıp olduğumu öğrenen Irene, ben kaçsam nereye giderdim diye düşünmüş bu ufacık kasabada beni herkesten erken bulmuştu. Evde olduğu bunca zaman penceresinden, daima dışarıda oynayan beni izlediğini bilmiyordum. Beni ağabeyimden bile iyi tanıdığını da.

Beni denize yakın bir yerde, çöküp daha da ufalmışken bulmuştu. Yanıma oturup göz yaşlarımı silmiş, cebinden çıkardığı işleme mendil ile yüzümü temizlemişti. Yüzünde pek bir duygu yoktu, biraz soğuk bir kişilikti Irene her zaman ama hareketleri o kadar hafifti ki beş yaşındaki ben ona sarılıp 'anne' diye ağlamamak için kendimle savaşmıştım.

Sonunda beni kaldırıp elbisemi temizlemişti. Geriye kalan tek sorun olan saçlarıma da çözüm bulmak istese de, sekiz yaşındaki onun bile yapamayacağı kadar inatçı olan kızıllarım-sen kazandın Sooyoung- gözünü korkutmuştu. Bu yüzden önce beraber lavanta toplamaya gitmiştik, sonrasında dağınık saçlarımın arasına lavantalar takmıştı. Bana saçlarıma çok yakıştığını, lavantalar takarsam saçlarımın daha toplu görüneceğini söylemişti. İnanmıştım. Taş yiyorum, Hoseok haklıydı aslında ben bir bahçe trolüyüm ve seni kaçırdım, dese bile inanırdım.

Bu yüzden bana elini uzattığında tutmuştum, beni evimize götürmesine izin vermiştim. Irene sert bakardı uzaklara ama bu yalnızca görünüştü. Irene asla bakışları kadar sert değildi. Belki kişiliği yüzünden biraz soğukkanlı, biraz, çok az da çekingendi. İnsanlarla kolay iletişim kurmazdı, yine de arkadaş çevresi tarafından çok sevilirdi. Irene'i sevmemek için üstün bir çaba gerekirdi kanımca. O zamanlar yani.

Aslında o günden sonra her şey yolunda gitti. Sıcak yaz kasabamızı erken terk etmediği için sürekli 'çillerim acıyor' diye ağlayan ben vardım. Her şeye bir çözümü olan Irene vardı. O zamanlar saflığımdan yararlanıp dudaklarının şifalı olduğunu söylerdi bana. Bunu o kadar inandırıcı yapardı ki hiç şüphe duymadan inanırdım. Irene uzanıp çillerimin üzerinden teker teker öptükten sonra da, kendimi o kadar inandırmıştım ki gerçekten hissetmezdim acımı. Irene ilk aştan öte, mükemmel bir illüzyondu benim için.

Biz zamanla büyürken; Irene'e her gün-bazen acımasa bile- çillerim acıyor diye ağlayıp yanaklarımı öptürürken, beraber evcilik oynarken-ki ona 'karıcığım' diye seslenirdim, saçlarımıza lavantalar dolarken-kıvırcık saçlarım arasında kaybettiğimiz ve haftalar sonra bulduklarımız olurdu-, sonunda Irene elinde kırmızı bir kurdele ile koşarak yanıma gelip bileğime bağladığında yani resmi olarak karıcığım olduğunda, hayat çok güzeldi.

Annemin reçelleri meşhurdu. Her şeyden-şaka yapmıyorum, Hoseok'un derin hayal gücü ile nelerden reçel yapabildiğini tahmin bile edemezsiniz.- reçel yapabiliyordu. Benim favorim her zaman portakaldı. Her mevsim mutlaka portakal reçelimiz olurdu. Hoseok çilek reçeline bayılırdı. Bir keresinde tek başına iki kavanoz yediği için hastanelik olmuştu. Onun içinde her mevsim çilek reçelimiz oluyordu. Annem, artık aramız çok iyi olduğu ve Irene'i sürekli bize davet ettiğim için onun içinde reçel yapardı. Irene'in favorisi vişne reçeliydi. O günden sonra artık Irene içinde her mevsim vişne reçelimiz oluyordu.

Ta ki Irene'in babası şehirde bir iş bulana dek. Dokuz yaşındaki benim hayatım yerle bir olmuştu. Ailesi ile birlikte bir veda bile etmeden bir sabah ansızın kaybolduğu günden itibaren bir yıl hiç aksatmadan her gün penceremden onun penceresini izlemiştim. Bunun bir rüya olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyordum, bu konuda asla Irene kadar başarılı olamıyordum. Asıl rüyanın Irene olduğuna, bir gün ansızın uyandığıma ve onun gittiğine kendimi inandıramıyordum.

On yıldır evimizde hiçbir mevsim vişne reçeli olmuyordu.

Hala evli olduğumuzu anımsatan bileğimdeki kurdeleyi ise artık eskiyene dek asla çıkarmamıştım. Eskidiğinde ise, çoktan büyümüştüm.

Sonunda, on yedi yaşındaki bana göre Irene harika bir illüzyon'du. İllüzyonların olayı buydu. Kısa süreli göz boyamalardı ve benim sürem dolmuştu. Yeni bir sayfa açmak için hazırlıklara başladığım anda, ilk adımı o kurdeleyi atmakla yapıyordum. Böylece resmi(!) olarak bekar bir kadın olacaktım. Irene artık karıcığım değildi, evliliğimiz buraya kadardı.

Anı kutumdan biraz da olsa yıpranmış kırmızı kurdeleyi elime aldığım anda odama deyim yerindeyse 'pat diye dalan' ağabeyim ise suratıma 'Karıcığın kasabaya geri dönmüş.' diye bağırarak bana hiç yardımcı olmamıştı.

Karıcığım, yıllar sonra kasabaya geri dönmüştü.

+++





Karakterlerimiz Russian Rulette era hallerindeler bknz RR is the best gg song ever ♡

Juliet'in Kırık Kalbi|| SeulreneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin