İnsanlar vardır, amaçlar vardır, ve kişiliksiz onca beden, insanları yönelimlerine, fikir ayrılıklarına göre değerlendiren toplumda ki o kesim, can yakıcıdırlar. Her şeyi bildiklerini, herkesi tanıdıklarını sananlar vardır. Ne düşündüğümüzü, bizim bir fikrimiz olup olmadığını, kırılıp kırılmadığımızı umursamayanlar, kalbimiz olduğunu unutanlar. Bazen tonlarca sözün altında kalır fakat yine de kalkar ve "yaşıyorum" diyebiliriz, bazen ise sadece bir bakış bizi kurtulamayacağımız bir enkaza sürükler.
Ben o kış gününde bir enkaza sürüklendim. Park Jihoon kış gününde ne benim kırıldığımı, ne de ne düşündüğümü umursadı. Park Jihoon beni denize bakmayan uçurumdan yuvarladı. Sonunda umut yoktu, sonunda mutlu olmayacaktım.
Neden o salak pamuk prenses o saçma sapan hikayenin sonunda mutlu oluyorda ben olamıyordum. Hak etmiştim, masallardaki şövalyeler gibi masalımın sonuna kadar savaştım, belki de bu masalda mutlu olmayı en çok hak eden kişi bendim ya da unut gitsin.
Bencil olmak istedim belki de. Bakışlarından kurtulmamın tek yolu buydu belki ama yapamadım, bencil oldum ama enkazdan kurtulamadım.
Kar taneleri, Jihoon'un güzel gözlerinden süzülen uzun kirpiklerine konunca sadece bir defalığına o enkazın altında ezilmek istedim.
Jihoon'un bakışlarında üşüdüm, onun gülüşünde ısındım. Ben bedenimi ele geçirecek olan bir zehirin -evet bu tam olarak Park Jihoon- damarlarımda dolaşmasına izin verdim,
Park Jihoon'a karşı yenik düştüm, tüm hücrelerimle zehrini hissettim. Ölüyordum.
Fiziksel bir ölüm değildi bu, ruhun çöküşü ve ardından gelen sessiz sakin ölüm. Canım yanıyordu hatta belki de fiziksel ölümden çok daha can yakıcıydı. Kaçmak için yerim kalmadığında böyle hissederdim. Belki de sadece ölmeliydim. Enkazlar altında kalmadan, canım yanmadan herkesten uzakta ölmeliydim.
Fakat ölsem bile Jihoon umursamazdı bunu, onun canını yakamazdım. Bende bıraktığı etkinin yüzde birini bile onda bırakamıyordum. Her açıdan.
Ben bunları düşünürken Jihoon karşımda hareketlerine nasıl karşılık vereceğimi bekliyordu. Benimle flörtleşmeye çalışması arkadaşlarıyla iddiaya girdiğini açık bir şekilde ortaya seriyordu. Söylediği her söz bunu kanıtlamak ister gibiydi. Moralim bozulmuştu, harbi içerlemiştim buna. Benim üstüme iddiaya girmesini gülerek karşılayamazdım da zaten. Tepki göstermedim. Ona karşılık vererek rezil olmayacaktım.
Yaklaşık yarım saat sonra hala ısrarla hareketlerine devam ediyordu. Hala sessiz bir şekilde otururken telefonumu çıkardım, katlanılmaz bir ortamdı, Jihoon karşımda oturuyor ve ben sırf inadıma ağzımı bile açmıyordum. Şarkı dinlemek istiyordum, bu kadar sessizlik bana bile fazlaydı. Keşke dedim, keşke onun söylediği şarkıları daha fazla dinleyebilsem. Aklımdan geçen saliselik düşünce ile irkildim. Bilmem kaçıncı yenilgime biri daha eklendi böylece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ruhuma işlemiş satırların, seni yazmadan duramıyorum
FanfictionGözlerine baktığımda içimde oluşan dalga vuruyor ciğerlerime, nefes dahi alamıyorum inan bana. Boğazımdan ateş yükseliyor, tenine dokunduğumda. Ölüyorum, yemin ederim ölüyorum.