Yıllarca arkama bile bakmadan kaçıp gittiğim çocuğun yanında olmak korkutuyordu beni. Yapabileceğim tek şeyi yaparak hızla çıktım, bu kalabalıkta fark etmez beni diyordum. Göz göze geldiğimizde gördüğüm hayal kırıklığına kanmamak için adımlarımı daha da hızlandırdım.
Yapamazdım, iki gün içinde yaptığı her şeyi unutup onunla kalamazdım.
Yaptıkları, bunları düşünmek bile normalde zorla aldığım nefesi tamamen kesiyordu. En fazla iki adım attıktan sonra titreyen dizlerime yasladım ellerimi. Geçti sanmıştım, Park Jihoon ile ilgili şeyler artık canımı sıkmıyor sanmıştım ve en önemlisi her şeyi unuttuğumu sanmıştım.
Tanıştıktan yaklaşık bir yıl sonra, gerçekten ilk defa arkadaşa ihtiyacımın olduğunu hissettim. Beni koruyabilecek, sığınabileceğim bir arkadaşa ihtiyacım olduğunu hissettirdi bana.
Etrafı kuşatılmış bir şehir gibiydim, kargaşa, karmaşa, ne derseniz işte her şeyi taşıyordum içimde. Park Jihoon tek başına güçlü bir orduydu ve ben ise savaşmak için silahı dahi olmayan biriydim. Kaçınılmazdı benim için kaybetmek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ruhuma işlemiş satırların, seni yazmadan duramıyorum
FanficGözlerine baktığımda içimde oluşan dalga vuruyor ciğerlerime, nefes dahi alamıyorum inan bana. Boğazımdan ateş yükseliyor, tenine dokunduğumda. Ölüyorum, yemin ederim ölüyorum.