Dokunmaya kıyamadığım saçlarının yanıp sönen ışıkların altında dağılışı, kanatlarından tüy döken bir meleği andırıyordu. Burada, bu kadar kişi arasında yalnızca onun için kalmam bile garipti, çok değil bir gün önce nefret ettiğim ile ilgili bir sürü şey sıralıyordum. Tüm bu gereksiz sözcükler, Park Jihoon'un dokunuşlarını hissetmeden önceymiş ya da çok daha öncelerdeymiş ama kabullenemiyormuşum.
Klasik müzik eşliğinde, bronz tenini süsleyen beyaz giysileri ile dünyanın en asil sporunu yaparken Jihoon'u izlemek, bir anlığınla şanslı olduğumu düşündürüyor ve silkelenip kendime gelmem gerektiğini hatırlatıyordu.
Park Jihoon.
Gözlerindeki ışıltıya bağlanmak, ellerimi ayaklarımı bağlayıp kendimi karanlık bir odaya atmak gibiydi. Korktuğum ve her daim kaçtığım karanlık gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ruhuma işlemiş satırların, seni yazmadan duramıyorum
FanfictionGözlerine baktığımda içimde oluşan dalga vuruyor ciğerlerime, nefes dahi alamıyorum inan bana. Boğazımdan ateş yükseliyor, tenine dokunduğumda. Ölüyorum, yemin ederim ölüyorum.