0, the day i've met him

255 19 77
                                    

MIN YOONGI

uyuyordum.

donuyordum. soğuktu, kasımdan olsa gerekti. sanki güçlü rüzgarlar esiyordu üstüme. tüm camları geceden kapatmıştım oysaki, fotoğraflar üşümesin diye.

susadığımı hissettim sonra. gözlerimi açtım. karanlıktı. görmekte zorlanan bakışlarım duvardaki saate kaydı, sabah altı buçuk civarlarıydı. huysuzlandım.

susuzluğum da huysuzlandı.

su içme isteğim ağır bastığından ayaklandım, koltuktan aşağı attığım ayaklarım, üzerimde olması gereken örtüye değdiğinde kasımı suçlamasaymışım keşke, dedim kendi kendime.

evde su olduğundan da emin miydim tartışılırdı aslında. üç hafta önce yaşanan bir olay üzerine evden çıkma zahmetinde bulunmamıştım. ilk birkaç gün işyerimden çok defa aramışlardı, açmamayı tercih etmiştim. dördüncü günün ardından, aramalar durmuştu. artık işim yoktu belki de.

ne de hoş.

yalın ayaklarımı yerde sürüye sürüye, tabanları acısa da, mutfağa gittim. yerler pisti, ayağıma batan küçük parçacıkları hissediyordum. evvelsi günü, gazete parçasıyla kapatmaya çalıştığım kırık penceremden tekir bir kedi girip tezgahtaki her şeyi yere düşürmüştü. bardakların neredeyse hepsi kırılmıştı. görebildiğim parçaları onu evden çıkarınca toplamıştım, göze batmayan parçalar zeminde kalmış olsa gerekti. aldanmadım.

kedinin ardından yeniden kapattığım cam sağlam mı diye bakışımla kontrol ettim sonra, gazete ve koli bantları iyi görünüyordu.

bu özensiz mutfağın tek ışığı, sokak lambaları ve doğmaya yüz tutan güneşti. yine de karanlıktı. aslında çok güçlü değil miydi aydınlık? ruhum kendini saklamak istiyordu bu ışıklara denk geldikçe. belki de ben fazla karanlıktım.

masanın üzerindeki sürahide beni bugünlük götürecek kadar su vardı. tek problemim, bardaktı.

bardakları bulabilmek için girişteki dolaba yöneldiğimde, gözlerim zemine kaydı. kirden sararmış fayansın üzerinde, büyük ihtimalle ayağım yüzünden oluşan ve hafif bordomsu olmaya başlayan, kesik çizgiler hâlindeki kanı gördüm. daha sonra temizlerdim. o an sadece su içmek istiyordum.

dolabı açtım, bulaşıklıkta kalan bardakları kedi gittikten sonra doldurmuştum bir daha kırılmasın diye. iki üç tane bardak vardı, bardaklar demeye değer miydi bilmiyordum. rastgele bir tanesini kemikli ve mavi damarları ortaya çıkmış elimle kavradım, sürahiye yöneldim.

su sürahiden bardağa dökülürken hafifçe esnedim. uykum yoktu, yorgundum. uyuyamamak ve sonrasında erken uyanmak yoruyordu.

bardak tamamen dolduğunda, büyük yudumlarla içmeye başladım. ikinci yudumuma gelmişken kapı tıklatıldı.

bakmayacaktım çünkü tanrı aşkına kim bu saatte birisinin kapısını böyle sakince çalardı?

yatağıma, daha doğrusu koltuğa, gidip oturdum ve şu sıralar bitirmeye çalıştığım kitabı aldım. yarım dakikanın ardından, kapı yeniden tıklatıldı.

bakmayacaktım işte.

bu tıklatılma olayı, aralıklarla da olsa, dakikalarca sürdü. en sonunda bıkkınlığım yüzünden kapıyı açmaya karar verdim. homurdanarak kapıya ilerledim, tıklatılmaya devam eden kapıya.

sabahın lanet altı buçuğunda kim kapımı çalmaya cüret edebilirdi? eğer uyuyor olsaydım elimden çekeceği vardı!

kapı kolunu indirip kendime çektim. karşımda, benim boylarımda, siyah saçlı, dolgun pembe dudaklı, yorgun görünen ama dinlenmeye istekli olmayan siyah gözlü, genç görünümlü bir adam vardı. belki yaşıttık, belki de benden küçüktü. elleri dikkatimi çekti, minicikti ve yumruk yaptığından daha da küçülmüştü.

yüzümü buruşturdum ve çenemle aşağılarcasına onu işaret ettim. "neden bu saatte kapımı çalıyorsun?" mutfağa girişi işaret etti.

"neden yerde kan var?" donakaldım. basit bir şekilde cevap verebilirdim, çünkü cevabı da gayet basitti, ama yapamamıştım. kelimeler kafamda binbir şekle girerken, kaşlarımı çatmakla yetindim. o ise, sözüne devam etti. "cevabının limoni olduğunu bildiğin soruları sorma." başka hiçbir şey demeden ayakkabılarını çıkardı ve içeri girdi. elindeki çifti içeriye, kapı pervazının yanına koydu. bana yaklaşır gibi olunca bir iki adım geriledim, bunu beklermişçesine akabinde kapıyı kapattı. gözlerimi kıstım.

"içeri girebilirsin dememiştim." omuzlarını silkti.

"ama girme de demedin."

haklıydı, bana sormadan benim evime girmiş olsa da haklıydı, cevap veremedim.

o anda içeriye aldığım kişi kimdi bilmiyordum. hırsız, katil, elebaşı, her şey olabilirdi... ama almıştım işte. gerçi, benim de pek hayra alamet olduğum söylenemezdi. evimin hâli belliydi, göze çarpacak kadar güzel olan tek şey daha geçen gün evde bulduğum saç boyasıyla platin sarısı ve beyaz arasındaki bir renge boyadığım saçlarım olabilirdi. hoş, boyamadan önce ne renk çıkacağından bile habersizdim.

buna ek olarak, evi terk etmememin sebebi, intiharımdan kurtarılmış olmamdı. ölemiyorsam da yaşamayayım, düşüncesine kapılmıştım ve sırtım da rahata alışmıştı doğrusu.

düşüncelerimi böldü. "şüpheliyim gerçi fakat evde yiyecek var mı?"

"hm, olması lazım." dedim gereksiz bir misafirperverlikle. dün komşulardan birisi kokmuştur diye yaptığı yemekten getirmişti. belki kalmıştır, dedim kendi kendime.

tanımadığım biri, saat sabah altı buçuk sularında, benden izin almadan evime girmişti; bana yiyecek var mı diye sormuştu ve şimdi ben onun için mutfakta bir şeyler arıyordum.

o gün yarım saat kadar benimleydi. bu zaman içerisinde, yemeği buzdolabından çıkardığı gibi ısıtmadan yedi, tabağını ve kaşığını yıkarken kısık sesle şarkılar mırıldandı, itiraf ediyordum ki sesi güzeldi, evimi karış karış gezdi, dağınık bıraktığım koltuğumu topladı, onu izlediğimi fark edince karşımda dikildi. eve girdiğinden beri çıkarmamış olduğu montunun cebinden karamel şekeri çıkarıp yanında bulunduğum koltuğun koluna bıraktı. hiç beklemeden hareketlendi ve çıkışa yöneldi. ayakkabılarını giydi, bağcıklarını sıkıca bağladı, ayağa kalktı ve gözlerimin içine baktı. kahvelerimiz buluşunca görünmeyecek kadar bir tebessüm oluştu dudaklarında. "görüşürüz." dedi sonra. dış kapının kapanma sesi gelene kadar olanları idrak etmeye çalışırken oracıkta, koltuğun dibinde, kalakaldım.

"ayaklarım üşüyor." dedim güçsüz sesimle.

birisi duysun diye değildi, kendime hatırlatmıştım sadece.

¤

010220
11.39 pm
(080320, yayımlanış)

cici kalın

not: yaklaşık bir 10. bölümde falan bitirmeyi planlıyorum, üçüncü bölümden itibaren falan hızlı gidiyormuşuz gibi hissederseniz bilin ki o aslında normalĞŞFĞWŞFĞEŞĞGLWĞLFĞDL

not, yeniden: kendimi açıklama konusunda mükemmel olduğumu biliyorum

not not not: böyle karamsar bir fice karşın nasıl canlı olabiliyorum

yeter artık not: babalarımı çok seviyorum😢💞

yeter artık not: babalarımı çok seviyorum😢💞

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
yoonmin // karamel şekerleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin