3, i've learnt who he is

107 14 94
                                    

diğerlerine göre biraz (baya) uzun bir bölüm oldu sanırım ama açıklamam lazımdı bazı şeyleri çünkü hİKAYE TENSHOT ARKADAŞLAR
bölüm uzun olduğu için (2233 kelime) özür dilerim kısa tutamadım😢

¤

her şey yeni olduğunda, yeni deneyimler edindiğinizde, göreceğiniz daha bir sürü şey olduğunu fark ettiğinizde rengârenk oluyor hayat. ertesi güne uyanmayı beklemek yüzyıllar alıyor sanki... işleriniz hiç bitmesin, arkadaşlarınız hiç gitmesin, hiç büyümeyin istersiniz. çok güzeldir yenilikler. güzel gelir hayata. sürekli onlarla olun istersiniz.

ya da sadece ben fazla pembe düşünüyordum.

min yoongi olarak her zaman yorgun hisseden bir tembelin tekiydim, sadece çevremdekiler için uğraşır, onlara ayak uydurmaya çalışırdım. çok yorulurdum bu tempodan, mutlu olmak yoruyordu ama çok sevmiştim doğrusu; sevmek ve sevildiğimi hissetmek iyi gelmişti. alışmam uzun sürmüştü, sabırsız kişiliğime ihanet ederek bu uzun zamanı hoş karşılamıştım.

belki de hoş karşılamamın sebebi, her şeyin süreç hâlinde olmasıydı. küçük adımlar vardı ve ben her saniye başka bir adım atıyordum, hiç beklememiştim o upuzun yol boyunca. fakat şimdi, siyah saçlıyla öyle değildi.

bekliyordum. bildiğiniz beklemekti bu! ertesi günü, gelişini, cevaplarını, sorularını... hep bekliyordum. o da bir şeyleri bekler gibiydi ama belliydi ki o benden daha durgun ve sabırlıydı.

o bekleyebilirdi, ben bekleyemezdim. o konuşmayı sevmezdi, ben konuşmaya alıştırılmıştım. o her şey düzene otursun, düzgün olsun isterdi; ben dağıtmaktan başka bir şey nedir bilmezdim. o aklından geçenleri söyleyebilirdi, ben tek kötü kelime edebilmek için yerimde kıvranırdım.

çok farklıydık, çok zıttık... uyum sağlamaya çalışmak beni çok yorardı, çoğu zaman da üzerdi ama şimdi öyle değildim. bilmek istiyordum. tek istediğim buydu. karşıma otursun ve bana neden böyle olduğunu anlatsın istiyordum.

şimdi de, o, önümdeki sandalyeye oturmuştu ve ben de onun saçlarını turuncuya boyuyordum. ikimiz de tek kelime etmiyorduk. sadece, derin nefes alış-verişlerini duyabiliyordum.

"bu boyayı..." duraksadı, kafasını hafifçe kaldırdı. saate baktığını zannediyorum. "ne zaman yıkayacağız?" ben de onunla beraber saate baktım. "zamanı gelince söylerim." sustu ama yeniden söze girdi. "uzun sürer mi?" bu sorusunun üzerine gülümsemeden edemedim.

bazen onun gerçekten on yaşında bir çocuk olduğunu düşünüyordum. onda, biraz uzakta olduğundan bulanık gördüğüm bir saflık, bir masumluk vardı ve bu doğru mu diye gerçekten merak ediyordum.

bunları konuşurken kendi kendimle, ona cevap vermeyi unutmuş olmalıyım ki başka bir soru yöneltti. "adın ne?" hareketlerim bu soruyu duyunca yavaşladı.

bana bir soru sormuştu. üstelik bu soru, sıradan gibi gözükse bile sıradan değildi. on beş gün boyunca adımı bilme ihtiyacı duymadan evime gelmişti ve on altıncı günde -her ne kadar bu akımı ben başlatmış olsam da- adımı sorma zahmetinde bulunmuştu. bu, önemliydi.

"adımı söylersem..." dedim yaramaz olduğuna inandığım bir sesle. ardından saçlarını boyamayı bıraktım ve yan profiline doğru eğildim. "bana kendinden bahseder misin?" hiç kendini uzaklaştırmaya çalışmadan yüzünü bana döndürdü. yüzlerimizin arasında bir karışlık mesafe vardı.

onun eliyle bir karış.

"adımı bugün söyleyeceğimi bildiğini sanıyordum?" normalde kaba olması gereken bu cümle, o fısıldadığı için ve sesi açıklayamayacağım flörtöz bir tonla çıktığı için oldukça yumuşak ve en az benim kadar yaramaz gelmişti kulağıma. sıcak nefesi yüzüme değdiğinde soğuk kasımımın ısındığını hissettiğime yemin edebilirim. irkildim o sıcaklıkla. az önceki pozisyonuma geri döndüm, o da başını önüne döndürdü.

yoonmin // karamel şekerleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin