bts'i yeni tanımaya başlayanlar için, medyadaki yoongi💞🐱
bölüm sonuna bıraktığım notları artık bölüm başına mı bıraksam diyordum... fikriniz?
¤
intihar ne anlama geliyordu? acıların üstünü kapatma isteğinin bir acı sonucu mu yoksa yolun sonuna geldiğini anlamak ve işe el koymak mı?
bana kalırsa, bir insan eğer hayattaki işleriyle çok meşgul hissediyorsa, ölmeyi düşünmezdi. hayati şeylerine önem veriyor demekti bu. fakat tüm umudunuzu, tüm şansınızı yitirdiğinizi düşündüğünüzde ve artık hayattan başka bir şeyi elde edemeyeceğinizi gördüğünüzde, ölümü beklerdiniz.
yaşlılar... yaşarken ölüydü aslında. çünkü hayatları boyunca bir şeyler yapmışlardı; amaçlarına belki ulaşmış belki de ulaşmamışlardı ama yine de anlatabilecekleri kadar bir şeyler geçirmişlerdi. gençlere sunulan çalkantıların artık onlara pek de sık uğramadığını fark ettiklerinde hayatta daha fazla bir şey yapamayacaklarını kafalarına koyarlardı ve sessiz sakin ölmeyi beklerlerdi. bu bir çeşit intihardı. hayattan ümidi kesip ölümün gelmesini beklemek... bunun başka bir tanımı olabilir miydi?
bu insanlar mental olarak yaşlanıyorlardı ve ben de öyle yaşlandığımı düşünüyordum. her şeyin iğrenç gittiği zamanlardaydım. ailem, arkadaşlarım, uğraşım yoktu. işe gidip geliyordum sadece. konuşma isteğiyle dolup taşıyordum, yüreğim kaldıramıyordu artık yaşamayı. ciğerlerime çektiğim oksijen değildi: acıydı, yakıyordu, boğuyordu. zihnimdekiler, düşünce hiç değildi!.. görünmez bıçaklar silsilesiydi. sürekli, bedenimin her tarafına derin yara izleri bırakıyorlardı. acının kanlı öpücüklerine alışmıştım artık. geri öpmek istiyordum. geri öpmek istiyordum, beni alsın, lütfen beni al...
hayattaki bazı şeyler yalnızken güzeldi ama hayat yalnızken güzel değildi.
ölmek, verilen bir seçenek değilmiş gibiydi. devam etmek istemekten ziyade, acıyla ölmek istemiyordum. hislerim, düşüncelerim bu yönde olsa bile o akşam, yine kendi aptallığım yüzünden ölemedim. öncesinde ne yaşadığımı hatırlamadığım intihar girişimimde evimin kapısını açık unuttuğum için o sırada apartmana giren komşular merak etmiş ve bana seslenip de beni duyamayınca içeri gelip beni aramışlar. beni bulmuşlar, düşen beni. ama öyle düşmemişim. dizlerim kanamıyormuş: zihnim kanıyormuş.
neden ölmeye çalıştığımı hatırlamıyordum ama bağdaştırmaya çalıştığım şey bundan çok farklıydı şimdi.
kendimi öldürmeye çalışırken korkmamıştım da neden bugün jimin birisini öldürdüğünü söyledikten saatler sonra içime kara bir dehşet düşmüştü?
aslında o haklıydı. annesi bir katildi ve kendi oğlunu öldürecek kadar gözü dönmüşken jimin ise sadece kendini korumaya çalışmıştı. başarmıştı da. ama eğer annesinin öldüğü... öldürüldüğü öğrenilseydi, jimin kesinlikle hapsi boylayacaktı. bunu kendisi de biliyordu.
sahi, annesinin bedenini ne yapmıştı? gömmüş olabilir miydi? hayır, jimin bunu yapamayacak kadar kötü hissediyordu. ama durum böyleyse ve her güne annesinin cesedini görerek başlıyorsa nasıl bir risk aldığının farkında değil miydi?
o gittikten sonra, tüm gün, tüm gece bunları düşünmüştüm. on altıncı karamel şekerimi kutuma koyamamıştım bile. korkuyordum. jimin bana her şeyi anlattığında kendime korkmuyorum, demiştim. yalan değildi. korkmamıştım. sonradan işgal etmişti yeni düşünceler.
peki gerçekten de park jimin'den değil de olacaklardan mı korkuyordum? bilmiyordum, bilmek de istemiyordum.
ilk gün, onun buraya geldiği ilk gün, katil olma ihtimalini düşünmüştüm. güvenim o gün sarsılmamıştı. şimdi gerçeklerin bu yönde olduğunu bilmek neden bu kadar şoke ediciydi? kapıma ilk dayandığında ve yerdeki kana aldırış etmediğinde zaten bilmiyor muyduk ikimizin de hayatının boktan olduğunu?
biliyorduk. lanet olsun ki biliyorduk.
birimiz ölüme, birimiz hayata tutunmaya çalışmış olsak da biliyorduk, ikimizin de hayatı çöplüktü.
jimin ertesi gün gelmedi.
ondan sonraki gün de.
üçüncü gün de.
saymaktan bıktığım günler boyunca gelmedi.
her gün, kapı pervazının yanında, ayakkabılarını koyduğu yeri işgal etmeden oturuyor, karşıyı izliyordum. saatin uzaktan duyulan lanet tik takları beynimi kemirirken onu beklemiştim. gelmemişti.
nasıl hissettirdiğini düşündüm. neden bu kadar yalnız hissettiğimi, neden içimde kocaman bir boşluğun bağırsaklarımı sıkıp beni rahatsız ettiğini, neden, neden eskiyi delicesine istediğimi düşündüm. şimdi gelseydi, şimdi yine ayakkabılarını yanıma koysaydı, o her ne kadar bundan rahatsız olacak olsa da onu sıkıca sarardım ve gidip de gelmediği için ona lanetler okurdum. geldiğine pişman ederdim. gelme, derdim. bir kez daha düzenimi bozma, derdim ama ertesi günü, yine, şimdi oturduğum yerde onu bekleyeceğimi de adım kadar iyi biliyordum. turuncularını özlerdim ki ben. çok özlerdim. her gün sabahın hayır görmeyen altısında kalkıp ona kahvaltı hazırlamayı, pencerenin başında onu beklemeyi, arada bir saçlarını boyamayı, onunla beraber evi toplamayı, kitap okumasını izlemeyi... çok özlerdim. özlüyordum da. deli gibi ihtiyacım vardı. gözlerinden gelen kahve kokusuna, saçlarının ışığına, minik ellerinin varlığına ihtiyacım vardı.
bu hissin adını koyamıyordum, koymak da istemiyordum çünkü nereye gideceğinin farkındaydım, yine de engel olmuyordum tüm bedenimi ele geçirmesine.
içten içe, park jimin'i, hemen, şimdi, burada istiyordum ve ben bunun nereye gideceğini çok iyi biliyordum.
başımı eğdim ve bacaklarıma sardığım kollarımın üstüne koyarak biraz daha büzüldüm.
ne yapıyordum ben?
¤
080220
(070420, yayımlanış)son cümle = bölümü yazarken ben lol
cici kalın bebeklerim

ŞİMDİ OKUDUĞUN
yoonmin // karamel şekerleri
Fanfictionadını bilmediğim minik elli adam, her gün evime gelir ve on dakika kalıp giderdi. × 10 bölüm için "tenshot" yazmaya değer mi bilmiyorum ama tenshot 010220 10.36 pm