adını bilmediğim minik elli adam, her gün evime gelir ve on dakika kalıp giderdi.
×
10 bölüm için "tenshot" yazmaya değer mi bilmiyorum ama
tenshot
010220
10.36 pm
hayat ne kadar da tuhaftı. yaşamayı bilmenize rağmen, hiç bilmediğiniz ölümü sizin aklınıza sokabiliyordu. benim de aklıma sokmuştu bir ay öncesine kadar.
şimdi ise ölümden ölümüne korkuyordum.
"güzel bir yere benziyor..."
bunca yıl geçirdiğim bu hayatımda zevk aldığım şeyler pek olmamıştı açık konuşmak gerekirse. çiçekler beni görünce solar, kuşlar uçmak yerine dik dik bakardı. daha doğanın kendisi tarafından kabullenmemiştim, nasıl devam edebilirdim ki acısı özenle işlenmiş uzun ve dengede kalmam gereken yoluma?
etmiştim işte bir şekilde. nasıl olduğunu bilmiyordum ama irili ufaklı bir sürü ürkek adım atmıştım ve bir yerlere gelmiştim. bu geldiğim yer, hayatımın en güzel noktası olabilirdi.
"bana seni andırıyor."
bana hislerimi göstermişti ve ben bunca yıl onları bir yerlerde bıraktığımı sanmıştım, oysaki gözlerimi açmam yeterliymiş, yaşama güzel bakınca bazı şeyler düzelebilirmiş.
"sıvışma, min yoongi."
park jimin benim en özelim, en iyi arkadaşım, en güzel derinim, en büyük düşmanım, en korktuğum insandı. karmakarışıktı. gözlerinde korkuyu, acıyı, endişeyi görüyordunuz. kurtar beni, diyordu içindeki melek.. jiminde hapsedilmişti. aslında pek yakışırdı masumiyet, jimin'e fakat jimin bunun farkında olmamalıydı ki hiç ilgilenmemişti gözlerinin kalbinin hangi odacıklarını gösterdiğiyle.
öteki yandan, gülümsemesi bana en büyük mutluluklarımı ve heyecanlarımı vermişti. çok iyi biliyordum ki sadece onun gülümsediğini görebilmek için istediği ya da istediğini düşündüğüm her şeyi yapabilirdim.
"buraya gidiyoruz, o zaman?"
jimin'in minik mimik çukurları, benim yolumun acısı gibiydi: büyük özenle kondurulmuştu, büyük ilgiyle bakılmıştı onlara ama süs olmakla kalmamış, can yakmaya başlamıştı. çukurlarından birisine sıradanlığımı gömmüştüm, diğerinde ise güzelliğinde yanmadan sığınabileceğim bir yer arıyordum.
köprünün altında yapmıştım bu arama işlemini, öpücüklerimle.
"buraya gidiyoruz."
aynada dikkatlice kendime bakıyor ve kaküllerimi kısaltıyordum. ilk makas darbemi önümü görmek için atmıştım. ikincisinde toksik ölüm isteklerimi kestim, üçüncüsünde melankolimi; dördüncüsünde korkumu, beşincisinde kötü anılarımı, altıncısında bana zorbalık yapanların boynunu, yedincisinde beni kullanan insanlarla ilişkimi...
her darbemde olmaması gereken şeyleri uzaklaştırdım kendimden ama hayır, dünyaya olan öfkemi uzaklaştırmadım. herkese, her şeye, her yere kızgındım. evime gelmeyip peteklerime bakmayan tamirciye, bozuk olduğu için peteklerime, camımı kıran o tekir kediye, kapıyı açık unuttuğum için kendime... alayına kızgındım. kızgın olmadıklarım sadece park jimin ve köprü altıydı. kütüphanedeki bilgisayardan baktığımız kadarıyla gitmeye karar verdiğimiz yere doğru bir yolculuğa çıkacakken kendi kendime söz vermiştim: her şeye sinirlenebilirdim ama park'a ve köprü altına asla.
makası bir kenara bırakacaktım ki yanıma almaya karar verdim. o an, almam gerekiyormuş gibi hissettim sadece...
örtünün üzerine dolan saçlarımı çöpe atacaktım fakat öncesinde aynadaki yansımama şöyle bir baktım. bu sefer düzgün kısaltmıştım saçlarımı. aralarında kalan minik parçalar da düşsün diye sağ elimle dibi gelmiş sarılarımı karıştırdım. jimin'in sesini duydum ardından.
"çok fazla şey koymadım ama idare edebileceğimiz kadar parça var. hazırsan çıkalım." kaşlarımı biraz çatarak örtünün uçlarından tuttum ve saçların düşmeyeceği şekilde kaldırıp çöpe ilerledim.
"evine gidip kıyafet almadın?" bir sonraki cümlesi daha yakından gelmişti. kafamı kaldırınca kapı pervazına dayanmış beni izliyor olduğunu anladım. "eve girmek istemiyorum." saçları kovanın içine silkeledikten sonra örtüyü dürdüm ve dolabın üzerine koydum. jimin'in karşısına geçtim. yorgun görünüyordu. gözleri yarı açıktı. kollarını önünde bağlamış, beni izliyordu. hızlı ve küçük bir öpücük bıraktım elmacıklarına. gülümsedim. konsolun üzerindeki şeker kutuma doğru ilerledim.
içinde on altı tane karamel şekeri vardı. eksikti... ayrıca yaşadığımız onca şeyden sonra da çok azmış gibi geliyordu.
elimdeki kutuyla beraber ona döndüm. "bana karamel şekeri borçlusun, park."
gitme zamanıydı.
¤
080320 (010520 yayınlanış) 10.09pm
kitabın adını 'karamel şekerleri' olarak değiştirdim💞
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.