W.
15.00
Rahat koltukta yayılabildiğim kadar yayılıyorum. Bir yastık başımın altında, birine kollarımı sarıp dinlenmeye çalışıyorum ama olmuyor. Olmuyor çünkü beynim duraksız düşünüyor, onu ve cevabını tekrarlayıp duruyor. Delirmemenin son kıyısındayken, "Kahveler geldi." diyerek düşüncelerimi savuşturuyor. Yattığım yerden kalkıp oturuyorum. Evet, anladığınız gibi onunlayım ve evet onun evindeyim. Gidecek bir yerim olmadığını söyleyince beni evine davet etti, hayırsever çocuk Minghao...
♤♤♤
"Bu biraz hızlı oldu." Kolumu omzuna koyuyor ve tekrar belimi tutuyor. "Şu an ne dediklerini anlamıyor olabilirsin, o yüzden senin dinlenmeye ihtiyacın var. Tabii önce yemek yemelisin." Çok konuşuyor. Çok konuşunca anlamıyorum ve o bunun farkında değil. Ben hâlâ itirafımda takılı kalmış neden böyle bir şey yaptığımı sorguluyorum. Gerçekten neden? Neden Ned-
"Evin nerede diyorum!" Kulağımda hissetiğim acıyla kendime geliyorum. Yüzümü buruşturup, "Neden bağıyorsun?" diyorum oldukça kısık bir tonla. "Ne düşünüyorsan duymuyorsun beni." Seni. Âşkımı ciddiye anlamayan seni. Senden başka ne düşünebilirim ki? "Evim yok." Gözlerini yavaş yavaş kısıyor. Birazdan 'ne halin varsa gör bıktım senden' diyecekmiş gibi yüz hâline bürünüyor. Ünlü düşünür edasıyla başını sallıyor ve düşüncelerimin tam aksini söylüyor. "Bunu mu dert ediyorsun, canım. Hadi benim evime gidelim." Canım. Canım. Canım. Ben canım kelimesini sevmezdim, nasıl bu kadar hoş gelebiliyor. Canım.
♤♤♤
"Yine düşüncelere daldın, sık sık olur mu bu?" İnce, kemikli beyaz elini gözlerimin önünde sallarken konuşuyor. Hızla başımı sallayıp yüzüne bakıyorum. "Evet, konuşmayı pek sevmiyorum." Elinde kahvesi arkasına yaslanırken gülüyor. "Ona ne şüphe..." Takılı kalıyorum her zamanki gibi. Gülüşünde takılı kalıyorum.
Güzellikler her zaman beni kendine çeker, güzel olan her şey de takılı kalırım. Ve sen hayatımdaki en güzel varlıksın, Minghao. Güneş ışığım, Minghao.
"Az da olsa yemek yemelisin, kahve içmekte emin mi-" Sözünün bitmesini bekleyemiyorum. "Eğer seninle karşılaşmasaydım ölecektim." Kahvesini sehpaya bırakıp bağdaş kuruyor. Gözlerini kırpıştırıp yüzümü inceliyor. "Ne? Neden? Anlat." Hareketlerini tekrarlayıp ben de bağdaş kuruyorum. Kucağımdaki yastığa daha da sıkı sarılıp konuşuyorum. "Ölmeye gidiyordum, karar vermiştim. Nefes almak ciğerlerimi yakıyordu, her gün gözlerimi gün ışığına açmak içimi acıtıyordu. Mutsuzdum, dünyadaki herkesin mutsuzluğu bana toplanmış gibiydi. Yalnızdım, bir kedim dahi yoktu. Anlıyor musun? Sokaktaki kediler bile bana yoldaş olmuyor, Minghao. Herkes benden kaçıyor, kimsenin bana verecek sevgisi yok. Ben nasıl bir günah işledim de Tanrı bile beni sevmiyor?" Gözyaşlarımın böyle bir konuşmaya kendilerini saklamış olmalılar ki aralıksız akıyorlar. Onlara burnum da eşlik ediyor ve ben acı dolu ruhumun beni sarıp sarmalamasıyla burnumu çekip gözlerimi siliyorum. "Âciz bir durumdayım." Başını sağa sola hızlıca sallayıp, "Hayır, hayır. Sen harikasın." diyor ve bana yaklaşıyor. Nazikçe, sanki bana zarar vermekten korkarcasına sarılıyor. Gözyaşlarım küçük çaplı sel oluşturuyor. Kollarını çekip uzaklaşırken ben de sarılıyorum. Gülüyor. Kulaklarım en güzel melodiyi işitiyor. Yaşamımın sonuna kadar böyle kalabilirim.
"Sinbad tesadüfü ne bilir misin?" Benden bir cevap gelmeyince konuşmaya devam ediyor. Saçlarımı okşamaya başlıyor. "Bir kitap da okumuştum, kısaca imkansız abartılı olayların yaşanması diyebilirim. Bizim karşılaşmamız da sinbad tesadüfü, Wonwoo." Burnumu çekip gülüyorum. Gülmeyi ne kadar da özlemişim. Dediklerini anlayınca kalbimin ısısı yükseliyor, periler tarafından kutsanmış gibi mutlulukla konuşuyorum. "Sen benim için rastlanması büyük bir mucizesin, Minghao."
Her şey onunla güzelleşti. Yalnızlığım uçup gitti, kalbim yumuşadı ve ölmekten vazgeçti. Dünya bir kez de bana gülümsedi.
🌻🌻🌻
ŞİMDİ OKUDUĞUN
küçük prens yolunu kaybetmişti - wonhao
Fanfiction...ve ben kaybolan birinin çoban yıldızıydım. '270120 '050320