iv

4K 343 232
                                    

James günlerdir durmadan başımın etini yiyordu. Bana Remus'a söylemem için tonlarca söz bulmuştu, ama hepsi o kadar aptalcaydı ki bunların yanında Üç Süpürge'de söylediğim o garip cümle bile daha iyi kalırdı. Ve hepsinden öte, aptalca sözlerle Remus'u kendime âşık edemezdim. Eğer gerçekten bu işe kalkışmayı istiyorduysa öncelikle bunu anlaması gerekiyordu. “Yeter,” dedim, avluda oturmuş kızarmış ekmeklerimizi yerken. Üstümdeki kırıntıları silkeledim. Remus ile Peter, Büyük Salon'da Peter'ın ödevini yapıyorlardı. “Bunların hiçbirini Remus üzerinde kullanamam, James.”

“Daha iyi bir fikrin var mı?”

Huysuzlanarak sordu, yeni uydurduğu sözde romantik cümlesini yarıda kestiğim için hevesi kırılmış gibi görünüyordu. Onu görmezden geldim, “Remus'un neler sevdiğini düşünmeliyiz,” dedim. Onun neleri sevdiğine odaklanmaya çalıştım, bir sürü şey aklıma hücum ediyordu şimdi. “Kitaplar, mesela. Muggle edebiyatına bayılıyor, bunu biliyoruz. Kahve tonlarındaki kıyafetleri seviyor, en sevdiği müzik grubu..--”

“The Beatles!” James sözümü kesti. Hevesli ve kendinden emin görünüyordu, ama yanılmıştı.

“Hayır,” dedim ve güldüm. “Queen seviyor. Ayrıca kaset koleksiyonu yapmak istiyor, Claude Monet'nin Hogwarts'ta okurken yaptığı tabloları çok seviyor ve onun gibi hareketli tablolar yapabilmeyi istiyor. Bir de öğle yemeğinden sonra karamelli donut yemekten hoşlanıyor, ama yalnızca haftada iki kez kendine izin veriyor. Diğer günlerde donut yemek yerinde reçelli tart yiyor. Çayı bol sütlü, kahveyi şekersiz içiyor. Kae yağdığında Üç Süpürge'de kaymak birası içmeye bayılıyor. Ha bir de, kurabiyeli duş jeline bayılıyor ama kokusu kalıcı olmadığı için üzülüyor..” Tek nefeste konuşmuş, sonra soluklanmak susmuştum. Aklımda hâlâ tonlarca şey vardı, hepsini saymaya nefesimin yetemeyeceği kadar çok.

“Sirius,” dedi, şefkât dolu bir sesle. “Sen kendin hakkında bile bu kadar çok şey bilmiyorsun, Remus'a bu denli âşık olduğunu nasıl oldu da fark edemedin?”

Yüzünde etkilenmiş gibi görünen bir ifadeyle bana bakıyordu. İlk kez böyle hayranlıkla bir şeyden bahsediyordum ona. Belki de kendisinin Evans'tan bahsettiği zamanları anımsatıyordum, bilemiyorum. Ama onu anlatırken gözlerinde beliren ışıltıyı düşündükçe, James'in Lily'e ne kadar âşık olduğu açıkça belli oluyordu. Remus'tan bahsettiğimde o ışık benim de gözlerimde beliriyor muydu, merak ettim. Burukça gülümsedim, “Şimdi söyledin ya,” diye cevapladım onu. “Onu tanımaya çalışmaktan, kendimi âşık olduğumu anlayabilecek kadar bile tanıyamamışım.”

Gülümsemeyi sürdürerek kolunu omzuma attı ve hiçbir şey demedi.
⠀⠀⠀
⠀⠀⠀⠀
⠀⠀⠀
Kendimi tanımaya başlayalı iki buçuk hafta oldu. Daha önce defalarca Remus'un dönüşümüne ve sonrasında çektiği acıya şahit olmuştum, her seferinde benim de canım yanmıştı. James ve Peter onu rahatlatmak için yanında olurken, ben aklımı kaybedecek gibi hissetmiştim. Bir defasında normalden uzun süre kendine gelmeyince kriz geçirdiğimi ve Madam Pomfrey'in bana sakinleştirici vermek zorunda kaldığını anımsıyorum. Şimdi her şey daha mantıklı geliyor.

Artık kendimi daha iyi tanıdığım için daha sakinim. James yiyecek bir şeyler almaya gittiğinde, Peter'dan biraz yalnız vakit geçirmek için izin istedim, revirden ayrıldı. Remus'un bilinci tam olarak yerinde değildi, ama gözleri açıktı. Başucundaki sandalyeye oturdum, bana baktı. Birkaç gündür doğru düzgün beslenemediği için yine kilo vermişti. Toparlayacağını biliyordum, ama yüzünün çöktüğünü gördüğüm her seferde içim sızlıyordu. Elmacık kemikleri iyice belirginleşmiş, gözlerinin altındaki halkalar koyulaşmıştı. Çenesi ve kollarında yeni kesikler vardı. Dönüşürken kendine verdiği zararın acısını hissetmeyecek kadar çok canının yandığını düşünmemeye çalıştım.

Parmaklarımı saçlarının arasına daldırdım, onları, onun sevdiği gibi geriye doğru ittirdim ve alnını ortaya çıkardım. Sonrasında elimi çekmemiş, bunun yerine sevgiyle saçlarını okşamaya başlamıştım. “Bazen bir hisse kapılıyorum, eski günlere dönüyorum --uzun zaman öncesine,” diye fısıldadım, ilk kez ona şarkı söylüyordum. “Biz çocukken, gençken her şey mükemmel görünürdü, bilirsin. Günler bitmezdi, çılgındık, gençtik. Güneş daima parlıyordu, sadece eğlence için yaşadık. Bazen çok yakın zamandaydı gibi geliyor, bilemiyorum...”

Beni anlayabiliyor olmalıydı, çünkü gülümsüyordu. En sevdiği gruba ait bir şarkıyı söylediğim için mi, yoksa sözlerinden dolayı mıydı, bilmiyorum. Belki her ikisi için de gülümsüyordu. “Onlar hayatımızın günleriydi,” diye devam ettim. “Hayatta kötü şeyler çok azdı. O günler artık bitti, ama gerçek olan bir şey kaldı; arayıp bulduğum zamanlarda, seni hâlâ seviyorum..”

Kapının açıldığını gördüm. Koridordan gelen ışık, karanlık reviri aydınlattı. James elinde koca bir tepsiyle içeri girdi, sonra durdu. Gözlerim o ve Remus arasında gidip gelirken, James'in yüzünde bir gülümseme görür gibi oldum. Ardından sessizce geri çıktı ve kapıyı kapattı. İçimden ona bildiği ve yardımcı olduğu için teşekkür ettim. Birine şarkı söylemeyeli kaç yıl olduğunu hesap edemiyordum, bu anı hiçbir şeyin bozmasını istemiyordum. Yaz tatillerinde gitar çalarak birçok kez şarkı söylemiştim, ama hiçbiri birine ithaf etmek için değildi. Gerçek hislerimi katmamıştım hiçbirine. Bunu en son, çok küçükken Regulus'a yaptığımı hatırladım. Korktuğunda uykuya dalabilmesi için ona ninniler söylerdim. O günler de çok eskide kalmıştı.

“Sirius..”

Şarkıyı bitirdiğimde Remus güçsüz bir sesle fısıldadı. Hâlâ solgun olan tenine rağmen şimdi gözleri daha canlıydı. Elimi saçlarından çektim ve soğuk elini, iki elimin arasına aldım. Yorgundu, açtı ama hâlâ gülümsüyordu. Ben de yorgun ve açtım, ama sakindim. Ellerim arasındaki eliyle bana tutundu. “Teşekkür ederim,” dedi ve gözlerini yumdu. Bir dakika sonra uykuya dalmıştı bile. Elimi sıkmayı bıraktığında kirpikleri titriyordu. Öylece oturmaya devam ettim, uykusuzluktan acıyan gözlerime aldırmadım.

Bir saat sonra James geri döndüğünde, başım Remus'un karnına düşmüştü. Ellerimiz hâlâ birleşikti ve o hâlâ uyuyordu. Ben, uykuya direnmeye çalışıyordum. James yanıma geldi, hiçbir şey söylemedi, sadece omzumu sıktı ve bana bir sandviç uzattı. Saatlerdir hiçbir şey yemediğimi göz önünde bulundurursak bu teklife hemen atlamam gerekirdi, ama bir lokma bile yiyebilecek gibi hissetmiyordum. Başımı kaldırıp James'e baktım, yüzünde lütfen dercesine bir bakış vardı, sandviçi almam için hafifçe salladı. Konuşmama yemini etmiş gibiydik, bu yüzden sessizliği bozmak yerine ona teşekkür ettiğimi belli eden bir gülümseme sundum, ama yemeği almadım. İç çekti, pes etmişlikle omuzları çökmüştü şimdi. Yanımdaki sandalyeye oturup arkasına yaslandı.

“Berbat hâldesin, Sirius. Krize girdiğin zamandan bile daha kötü görünüyorsun,” diye fısıldadı, onu zorlukla duyuyordum. “Endişelenecek bir şey yok. Lütfen, en azından biraz uyu.”

“Burada uyuyabilirim,” diye fısıldadım. James'e bunu yapacağımın güvencesini verircesine, başımı yeniden Remus'un karnına yatırdım, inatla elini bırakmıyordum. Onu henüz bulmuştum, ayrı kalmak istemiyordum. Farkında olmadan geçirdiğim her vakitte, o acı çekerken kendi acıma odaklandığım her seferin özrüydü bu. Aptal krizlerim, korkularım yüzünden yanında olamadığım tüm zamanlar içindi.

fallen in love while on my way | wolfstar  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin