Zaman su gibi akıp geçiyordu. Potter evinde geçen Noel'i her zaman sevmiştim, ancak bu yıl okuldaki son yılımızdı. Boşa harcanacak vaktimiz yoktu, bu koridorlarda koşturmayı ve profesörleri sinirlendirmeyi hayatım boyunca özleyecektim. Çoktan bir dönem bitmişti bile üstelik. Bavulumu kapatırken iç çektim, gözlerimi yatakhanede dolaştırdım. Ter ve ayak kokusunun birbirine karıştığı bu iğrenç yeri de özler miydim, merak ediyordum. “James,” dedim arkamda bavuluyla savaşan oğlana. “Mezun olduktan sonra asla özlemeyeceğini düşündüğün yer neresi?”
“Eh? Bunu soruyor musun cidden, aşk çocuğu? En üzücü anılarımızın olduğu yer tabii ki; Bağıran Baraka.” Sırtıma dirseğiyle vurdu, sonra sonunda kapatabildiği bavulunu kucaklayıp yanıma geçti.
“Doğru, şatonun içinden söz ediyordum gerçi. Bence yatakhane olabilir,” derken sırıttım. “Her gece ayak kokundan burnumun direği sızlıyor.”
“Siktir git, asıl kokan sensin. Geçen yaz benden aldığın tişört üstünde küflenmişti resmen. Nasıl kullandıysan artık, hayvan herif.” Bana omuz attığında kahkaha attım. Biraz haklı olabilirdi, o tişörtü gerçekten hor kullanmıştım. Ama bana tişört ödünç verecek kadar aptal olması da benim suçum değildi. Yazın sürekli terlediğimi ve bir köpek gibi dilimin hep dışarı sarktığını iyi biliyordu. Gerçekten nefret ettiğim bir mevsimdi.
Bavullarımızı yatakların yanında bıraktıktan sonra montlarımızı ve atkılarımızı giyinip dışarı çıktık. Gitmeden önce Hogsmeade'de biraz takılmayı planlıyorduk. Bu tatilde Peter bizimle olmayacaktı, her nedense Asya'ya gidiyordu. Kısacası bir süreliğine son defa hep birlikte olacaktık --elbette kompartıman hariç. Remus'u ortak salondan aldıktan sonra giriş kata inmek için kuleden ayrıldık.
Yürürken sürekli gözüm kumral çocuğa kayıyordu ve ara sıra göz göze geliyorduk. Aramız kötü değildi, ama bir süredir tuhaftık. Onunla öpüştüğüm ya da öpüştüğümü sandığım geceden beri böyleydi. Bu konudan asla söz etmiyorduk, Jordan konusundan da öyle. Her zamanki gibi gülüp eğleniyorduk, ancak sık sık tıpkı şu an olduğu gibi garip kesişmelerimiz oluyordu ve ben ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. James'e olanların tamamını anlatmamıştım, ama o bile bu kaçamak bakışmaları fark edip beni sorguya çekmişti. Önceki hafta, Remus dönüşüm geçirdikten sonra hastane kanadında yatarken uzun uzun tartışmıştık ve buna rağmen, ikimiz de ona ne söylemem gerektiği konusunda kararsızdık. Belki de itiraf etmemin vakti gelmişti, böyle düşünüyordu fakat ben bu fikre pek de sıcak bakmıyordum.
“Hey, Black!”
Düşüncelerim tanıdık bir sesle bölündü. Gözümü Remus'tan ayırıp karşıdan gelen sarışına baktım. Dave Jordan, üstünde koyu yeşil bir kazak ve kabanla modern Salazar Slytherin gibi görünüyordu. Yanımıza yaklaştığında tehlike sezmiş kedi gibi ürperdim, göz ucuyla tekrar Remus'a baktım. Yine somurtuyordu. “Reggy sana selam gönderdi,” dedi, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. “Ona Reggy dediğimi söyleme.. Her neyse, sadece size iyi tatiller dilemek istemiştim. Hepinize.”
“Selam göndermek yerine kendisi benimle konuşsa daha iyi olurdu. Sana da iyi tatiller, Jordan.” Ona belli belirsiz gülümsediğimde James de aynı şekilde tepki vermişti. Remus ise biraz bile gülümsemiyordu. Bu kadar kötü karşılanmaktan rahatsız olmuş olacak ki, Jordan'ın da o koca gülümsemesi solmuştu. “Gelecek dönem görüşürüz o zaman,” dedi ve gitti. Onun gidişiyle sessizlik oluşmuştu, ama şatonun girişine ulaştığımızda Peter bize katıldı ve yeniden modumuz yükseldi.
“Neler olduğuna inanamazsınız! Yumi'ye tatilde Japonya'ya gideceğimi söyledim, sonra görüşüp bir şeyler yapmayı teklif ettim ve kabul etti!”
Peter'ın mutluluğu yüzünden okunuyordu. Bu güzel haberle biz de heyecanlanmıştık, sırayla hepimiz Peter'a sarılırken hâlâ anlatmaya devam ediyordu. “Bana tam olarak dedi ki; 'Çok tuhaf birisin, ama tamam.' Sonra ona mektup yollayabilmem için adresini verdi. Çocuklar, sonunda bir sevgilim olacak!”
“Tebrikler, dostum! Sonunda dört yıllık takıntın bir sonuç verebildi!” James sırıtarak Peter'ın iyice uzamış sarı saçlarını karıştırdı. Son dönemde kendini iyice saldığını farkındaydık, ama hiçbirimiz bir yorumda bulunmuyorduk. Çünkü doğrusu, jöle sürmediğinde ve uzamış sakallarıyla daha yakışıklı görünüyordu. Hepimiz onu tek tek tebrik ettikten sonra dışarı çıkıp yürümeye başladık. Yürürken Peter'ın sırtını sıvazlıyordum, beni gururlandırmıştı. Dışarıdaysa etraf kalabalıktı, herkes tatilden önceki son gününü iyi değerlendirmeye çalışıyordu. Bazılarına geçerken selam verdik ve sonra Hogsmeade'e giden yola saptık.
“Tatilde bizimlesin, değil mi Aylak?”
James sorduğunda Remus'un yüzünde bir tebessüm belirdi ve başını onaylar anlamda salladı. Tatilde yapmayı planladığımız birçok şey vardı, hepsini düşündükçe benim de yüzüme bir gülümseme yayılıyor ve içim heyecanla doluyordu. Bunun hâlâ bir grup ergen olarak son Noel'imiz olması dolayısıyla Peter'ın bize katılamaması berbattı. “İlk iş sizi Londra'ya götüreceğim,” dedim sırıtarak. “İstediğim hediyeyi alabilmeniz için.”
Bir süre hediyeler hakkında sohbet ettikten sonra Hogsmeade'e varınca her zamanki yerimize gittik; Üç Süpürge. Çok gürültücü olduğumuz için genellikle arka taraflardaki masaları tercih ediyorduk ki insanların homurdanmaları yüzünden sinirlerimiz tepemize çıkmasın. “Bize her zamankinden,” diye seslendim Madam Rosmerta'ya ve yerimize oturduk. Kabarmış saçlarını toplamaya çalışırken bize baktı, iç çekti ve dört kaymak birası getirmek üzere gitti. Onu artık bıktırmıştık ama bize bakarken gözlerinde bütün yaşam enerjisi sömürülmüş gibi bir ifade belirmesi hepimizi eğlendiriyordu.
“Peter ve yeni sevgilisinin şerefine!”
James içkiler geldiğinde bardağını havaya kaldırınca Peter mutlulukla kıkırdıyordu. Hepimiz ona eşlik ettik ve bardaklarımızı tokuşturduk. Köpüklü biramdan bir yudum aldım, Peter'ın hülyalı bakışlarıyla boşluğa dalıp Yumi hakkında hayal kurmasını seyrediyordum. En azından onun ve James'in keyfi yerindeydi. “Sırada siz varsınız,” dedi James, aniden. Bir eliyle saçlarını dağıtırken sırıtıyordu. “Artık bir sevgili bulmanızın vakti gelmedi mi sizce de?”
İçimden ona küfürler ederken gözlerim Remus'a kaymıştı. Göz göze geldiğimizde utanıp başımı çevirdim. Ben yalandan boğazımı temizliyor gibi davranırken, “Sirius nazlanıyor,” dedi Remus. Sonra öksürdü ve ekledi. “Dave Jordan'a yani. Ahmaklık etmek yerine onu tekrar öpseydi, çoktan sevgili olabilirlerdi.”
“Ben onu öpmed--” Kızmak üzere ona döndüğümde doğrudan gözlerime bakıyordu. Cümlemi tamamlayamadım bile çünkü o bakışlardaki imayı yeni kavrıyordum. Hatırlıyordu ve onu öpmemi istiyordu. Tükürüğümde boğuluyor gibi hissettim, öksürmeye başladığımda yüzüm de yanmaya başlamıştı. James sırtıma vurarak beni kendime getirene dek boğulma tehlikesi yaşamıştım. Tekrar nefes alabildiğimde bakışlarımı Remus dışında her yere yöneltiyordum. Hatta yüzümün hâline sinsice sırıtan Peter ve James'e bile bakmak daha kolaydı. “Hadi okula dönelim,” dedim, ağzımdan fırlayacakmış gibi atan kalbimi sakinleştirmek için derin nefesler aldığım sırada. “Yoksa treni kaçıracağız.”
“Daha içeceklerimizi bile bitirmedik, Pati. Ne bu acele?”
Remus'un sesindeki alaycılıktan, sırıttığını anlamak için ona bakmama bile gerek yoktu. Utanmamdan zevk mi alıyordu? Ama yine de... Yüce Merlin, Remus onu öpmemi istiyordu. Bu düşünce zihnimde yankılanırken kalan biramı tek seferde içip bitirdim. Tüm sinir uçlarım yanıyordu, heyecandan ölecek gibiydim. Üçünün de bana alayla bakması umurumda değildi, çünkü... Remus. Onu. Öpmemi. İstiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fallen in love while on my way | wolfstar
FanfictionEn iyi arkadaşınıza âşık olduğunuzu fark ettiniz ve bu konuda ne yapacağınızı bilmiyor musunuz? Harika, öğrenirseniz bana da söyleyin. MWPP Era, Sirius Black & Remus Lupin. - 03.02.2020 & 14.02.2020 Persian Translation: https://my.w.tt/ToKGedXAE9 [S...