Yazamıyorum. Uyuyamıyorum. Gökyüzü aydınlanırken başımı haftalardır temizlemediğim evimle kusursuz bir uyum içinde olan tozlu pencereye doğru çeviriyorum. Cama her vuruşunda rahatsız edici bir ses çıkaran kurumuş dallara bakıyorum. Sonbahar gelmiş olmalı. Sanırım. Artık günleri takip etmiyorum.Tanrım, bu kitap benim lanetim olacak. Buna eminim. Ama eğer yazmazsam işte o zaman biterim. İşte o zaman masanın üzerindeki sigaramın küllerini döktüğüm buruşturulmuş kağıttan hiçbir farkım kalmaz. Üzeri tamamlanmamış cümlelerle dolu, aslında hiçbir işe yaramayan bu sararmış kağıt parçasından hiçbir farkım kalmaz.
Yok olmamak için yazıyorum ben. Yazdıkça kayboluyor, kayboldukça kendimi buluyor, buldukça kendime yabancılaşıyorum. Eğer yazmadan da nefes alabilseydim böyle derinden, yapacağım en son iş olurdu yazmak. Kelimelere dökülmedikçe düşüncelerim, nefes almak için yer bırakmıyorlar bana. Sadece kağıdın üzerinde susturabiliyorum onları.
Birkaç gündür elektrikler kesiliyor geceleri. Neden özellikle geceleri anlamış değilim. Ben daha çok acı çekeyim tamamlanamayan bu satırları yazarken diye oluyor sanki her şey. Bilgisayar ekranına bakarken iki saniyede bir gözlerimi ovuşturuyorum. Tadından nefret ettiğim ama beni uyanık tutabilen kahvem biteli birkaç gün oluyordur herhalde. Her gün yarın alırım diyorum. Ama o yarın hiç gelmeyecek gibi. Sigaram da bittiğinde ne yapacağım bilmiyorum. Bu düşünceyle elim pakete gidiyor ve bir dal daha çıkartıyorum içinden. Tutumlu olmak bana göre değil.
Nasıl bu hale geldim ben? Çakmağın ateşini donuk gözlerle izlerken bunu düşünüyorum. Her gün bu saatte yaptığım gibi. Nasıl böyle kayboldum hiç farkına varmadan? Bir ailem vardı. Her gün görüştüğüm, aramalarına biraz bile geç cevap versem hemen endişeye kapılan. Ailem gibi gördüğüm arkadaşlarım vardı. Her zaman yanımda olan. Her şeyim dediğim bir sevgilim vardı. Hazal. Yemyeşil gözleri, açık kumral saçları, pürüzsüz buğday teni... Tek bir gülüşü, tek bir bakışıyla insanın içini ısıtan. Hepsi geride kaldı artık ve hiç de birdenbire olmadı. Yavaş yavaş, acı çeke çeke. Eğer gerçekten bir şey yaşanmış olsaydı bunlara sebep olacak, işte o zaman bu kadar acımazdım kendime. Ama hiçbir şey olmadı. Hem de hiçbir şey...
Evet, bugünkü düşünme süremi doldurmuştum. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. En son ne zaman yıkanmıştım ben? Yüzümü buruşturarak ayağa kalktım. En azından bunu yapabilirdim. Banyoya doğru ilerlerken bir yandan da üzerimdekileri çıkartıyordum. Kirli sepetinde bir dağ oluşmuştu. O kadar bırakmıştım ki kendimi aynalara bile bakamıyordum. Duşa girip suyu açtım. Yirmi yedi yaşındaydım. Yaşamaktan vazgeçmek için çok genç, ergenlik bunalımlarına girmek için çok yaşlı.
Duştan çıktığımda kendimi biraz bile daha iyi hissetmiyordum. Kendimden sıkılıyordum. Bomboş bakan gözlerimden, hiçbir ifade barındırmayan yüzümden. Ama en çok beynimin içindeki düşüncelerden. Kurtulmak istiyordum artık. Aylar olmuştu. Belki yıl bile. Bu ruh haline gireli aylar belki de yıllar olmuştu. Nasıl hala nefes almaya devam ettiğimi bilmiyordum. Hatta hayret ediyordum kendime. Neden hala atmamıştım kendimi şu tozlu pencereden aşağı? Hayır, daha fazla düşünemem.
Ben Ozan Atay. İsmim bile bir başkasını anımsatıyor. Hiçbir şey ben değil. Hiçbir şey bana ait değil. Düşünmemem gerekiyordu değil mi? İşte bu yüzden yazıyorum başkalarının cümlelerini, benimkiler sussun diye.
Yiyecek namına son şeyi de dün tükettim. Yani artık mecburum dışarı çıkmaya. Kahve de alabilirim bu sayede. Hala param varsa tabii. Herkesin imrenerek baktığı bir insanken bu hale gelebildiğim için övünmek istiyorum bazen. Herkes böyle kusursuz yıkılamaz.
Üzerime kapüşonlumu geçirip kapıyı ardımdan çektim. Bu apartman dairesini bulmam çok zor olmuştu. Her şeyin bu kadar pahalandığının farkında değildim. Nasıl bir dünyada yaşıyordum ben eskiden? Şimdi gördüğüm dünyayla aynı olmadığı kesindi. Bu gri gökyüzüyle, martıların çığlığımsı sesleri ve yürüdüğüm bu pis kaldırımlarla hiç tanışmamıştım. Üzerime yağan damlalarla bile. Eskiden olsa altına sığınabileceğim bir tente arardım. Şimdiyse tek yaptığım yürümeye devam etmek. Yağmur bile etki etmeyebilir miydi bir insana?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölgesinde Bakışlar//Gay
Teen FictionHiç bulunmayan sayfalar, hiç okunmayan cümleler ve hiç duyulmamış olması dilenen sözcükler... Hayatımıza ansızın girip, öylece çıkıp giden insanlar... Yoruldum. En çok da kendimi ararken kayboldum. Acıklı bi romanın son sayfası, posta kutusunda kala...