Hoseok'un söyledikleri, tüm gece uykumdan etmişti ve yatakta sadece dönüp durmuştum. Ya dedikleri doğruysa, ya benimle dalga geçmiyorsa, ihtimaller bir bir aklımdan geçmiş ve ben düşüncelerle yatakta kıvranırken güneş doğmaya başlamıştı bile. Tekrar düşünmemek için kafami iki yana salladım. Yemek yemek bile istemiyordum. Huysuzca önümdeki kahvaltıya baktım ve kaşığı sertçe masaya vurdum.
"Ne yapıyorsun sen?"
Kihyun'un tehditkar sesi ile düşüncelerden sıyrılıp ona baktım. Belli etmemeye çalışsa bile, yaptığım şeye sinirlenmişti ve gözlerinden alev çıkıyordu.
"Özür dilerim. Ben okula gidiyorum."
Hızlı bir şekilde masadan kalkıp kapıya doğru yöneldim. Okul için erken bir saatti ama yalnız kalmak istiyordum. Sakin kafayla düşünmeli, ona göre hareket etmeliydim. Arkamdaki sesleri aldırmadan kapının eşiğinde duran çantamı aldım ve evden çıktım.
Hafif esen rüzgarlar yüzüme dokunmaya başlayınca olduğum yerde durdum. Tüm düşüncelerimin uçması ve gitmesi için derin bir nefes aldım. Düşünceler beni ele geçirmeden onlardan kurtulmalıydım ama yapamıyordum, olmuyordu.
Duyduğum kapı sesiyle arkamı döndüm sıkıntılı bir suratla dışarı çıkan Hoseok'la göz göze geldik.
"Ne yaparsan yap o içinde seni yiyip bitiren şey gitmiyor, boğazında bir yumru gibi kalıyor. Canını acıtıyor."
Tüm içimden geçenleri biliyormuşçasına dile getirdiği için ona soru soran gözlerle baktım
"Nasıl kurtulacağım peki bu durumdan?" diye mırıldandım.
"Gerçekler gün yüzüne çıktığında."
Yüzünde zoraki bir gülümseme vardı. Her daim gülen gözleri bu sefer gülmüyordu.
Tam yanıma geldiğinde durdu. Güneş ışıkları o aşık olduğum yüzüne nazikçe dokunurken yüzüne düşen saçının birkaç tutamını geriye doğru itti. Sanat eseri gibi olan gülümsemesini geceden beri ilk defa yüzüne yerleştirdi.
"Hadi okula gidelim."
Kaslı kolunu omzuma attı ve beni kendine doğru çekti yolda yürümeye başladık.
İri cüssesinin altında küçük bedenim kaybolurken bu anın tadını çıkarmak istedim. Beni sarhoş eden kokusu yavaşça burnuma değdiği an tüm dünyam dönmeye başladı.
Okulun tanıdık sokaklarına girince Hoseok, omzumda duran kolunu çekmişti. Onunla tamamlanan bedenim ondan ayrılınca savunmasız kalıp boşluğa düştü. Yol boyunca aramızda olan sessizliği sonunda bozan o olmuştu.
"Aksam işin var mı?" dedi bana yandan yandan bakışlar atarak. Bu tatlı halini görünce benliğini kaybeden bedenim gibi zihnimde düşünmeden yanıtlamıştı.
"Bir işim yok."
Biraz haylaz olmaya çalışan Hoseok'un aksine ben daha soğuk ve serttim.
"O zaman benimle geliyorsun. İtiraz istemiyorum. Geçen akşam beni ekip gitmiştin. Ona say."
Konuşmama fırsat vermeden akşam planını kurmuş ve hızlı adımlarla yanımdan uzaklaşmıştı. Okulun önünde onu bekleyen Joohoen'un yanına gidinceye kadar arkasını dönüp sırıtmıştı.
Sanırım benimleyken mutlu. Kalbimden gelen ses ile irkildim. Böyle düşünmemeliydim. En ufak hareketlerini yanlış anlayıp umutlanırsam eğer daha sonra yere çok pis çakılırdım. Önemli olan yakınlığımızdı. Eksik olan parçamın onun varlığıyla tamamlanmasıydı. Bana aşık olması benim için artık önemli değildi. Sadece yanımdan ayrılmaması yeterliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAGNETİC // Wonkyun
Fiksi PenggemarTüm gücünü yitirip dizlerinin üstüne bir kez daha düştüğünde, onun yanında olmasını istediği anlarda olduğu gibi gözlerini kapatarak zihninde onu canlandırmaya çalıştı. İçinde oluşan heyecanla ve karanlıkta gözlerinin önünde beliren silüetiyle elini...