Kapıyı sessiz bir şekilde açsalar da biraz gıcırdadı. Isabel birinin bunu duyup gelmesinden korkarak arkasına baktı. Horlama sesleri biraz olsun azalmamıştı. Böylece kimsenin uyanmadığından emin olarak kapıdan çıktılar.
"Tanrı aşkına! Yaptığımız şeye bak," diye söylendi Diane.
"Hadi hadi!" dedi Isabel, Diane'in elini tutup onu çekiştirerek. Sarayı kasaba yoluna bağlayan köprüden geçmeye başladılar. "Söylenmeye gerek yok. Gidip biraz eğlenelim tüm bu başımızı yoran kral bozuntusunun ardından."
"Pekâlâ Matmazel Isabel, yolu biliyor musunuz acaba? Sadece meraktan soruyorum."
Isabel, Diane'in yüzüne önce bön bön birkaç saniye boyunca baktı. Ardından omzunu silkti. "Bulabiliriz. Karşımıza çıkan ilk tavernaya gireriz."
Diane, Isabel bir umutsuz vakaymış gibi ona bakmaya başladı. "Eğer bu işten sağ salim kurtulabilirsek tıpkı Louyse gibi tapınağa gidip Tanrı'ya köpek gibi dua edip şükredeceğim. Üstüne bir de mumlar dikeceğim. Bir senin için, bir de benim için."
"Öyleyse tapınağın yerini şimdiden öğrenmeye başlasan iyi olur."
"Sen delisin, Isabel. Biliyorsun, değil mi?"
Isabel, Diane'e bakıp omuz silkti. "Deli değilim. Sadece biraz eğlenmeyi seviyorum." Kaşları kalktı. "Genciz, hayat kısa. Ayrıca bundan sonra önümüzde kokuşmuş, engebeli bir yol var. Son günlerin biraz tadını çıkarmaktan ne zarar gelebilir ki?"
"En son 'ne zarar gelebilir ki' diyerek bir işe atıldığımızda ayağımıza atılan falakalar yüzünden iki gün boyunca yürüyememiştik, bunu hatırlatmama gerek var mı?"
Isabel'in yüzünde kocaman, samimi bir gülümseme oluştu. "Ah o falakalar... Daha ilk gün dolmadan manastırı biraz özlemeye başlamış olabilirim."
"Manastırdan nefret ediyorum!" diye yakındı Diane. "Burası nedense daha iyi bir yermiş gibi geliyor. Fakat... Kral William'ın anlatıldığı biri gibi olmadığına dair şüpheler var kafamda."
Isabel bu konuda arkadaşına hak veriyordu. Kral William'ın ses tonu bile tüyler ürperticiydi, tuhaf bir adamdı. Belki de ilk defa bu kadar üst mertebede birini gördüğü ve bunu yadırgadığı içindi bu hisler. Belki de önyargı ile yaklaşıyordu. Bilmiyordu. Fakat ona karşı şu anlık içinde çok iyi hisler olduğunu söyleyemezdi.
Diane'in bu konu hakkındaki görüşüne sustu, kendisini bildirmedi.
Biraz yürüyüş ve dedikodu eşliğinde şehre ulaştılar. Şehir bu saatte ölü olsa bile Isabel kenarlarda içip sızan ayyaşların olduğunu görüyordu. Küçük taşlarla yapılmış yolun üzerinde yürürken soğuk hava yüzünü sessizce yalıyor ve kafasına taktığı başlığı arkaya doğru sıyırıp omuzlarına dökülmesini sağlıyordu. Manastırın aşağısındaki kentten bile daha ölüydü burası. Orası genelevlerden uzun çoraplarıyla ve orta halli durumunun el verdiği kadar alabildiği tunikleriyle çıkan adamlarla dolu olurdu. Kiminin elinde birası olurdu, kiminin elinde şarabı, bazıları ise içkisini gideceği tavernaya saklar ve orada içip orada sarhoş olurdu. Lakin burası sırtına çuval yükleyip gece bile çalışan birkaç sıska, üstü başı kirli çocuk ve kenarda köşede ağızlarından akan salyalarıyla sızan sarhoşlar haricinde bomboştu.
"Buralar iki genç kız için çok tehlikeli," dedi Diane başını dik tutup güçlü görünmeye çalışarak.
"Saçmalık!" dedi Isabel. "Ayrıca hançerlerimiz var."
Diane sanki Isabel espri yapmışçasına güldü. "Bu çok etkili olur."
"Unuttun mu Diane, kaç yıllık dövüş eğitimimiz var bizim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zehir Kadehleri Leydisi (Devam Edecek.)
Historical Fiction"Sıradan bir erkeği etkilemek kolaydı. Sıradan bir erkeği bunu yapmasını bilen her kadın etkileyebilir ve yatağına kolayca atabilirdi. Erkeklerin çoğu her ne kadar güçlü görünseler de zayıf yaratıklardı. Bir kadının pembe, parlak dudaklarına ve diri...