1. Bölüm: Acı

62 7 1
                                    

Kocaman bir balçığa saplanmış gibiydim çırpındıkça dibe batıyordum. Mantığım, kalbim, ruhum, kemiklerim acıyla mayalanmış gibiydi. Acı ve hüzün ruhumun bir parçası olmuştu artık. Sanki canım yanmasa düşünemeyecek, yaşayamayacak gibiydim. Acı ruhumu besliyordu. İçimdeki gücün adı acıydı, acı ise ben. Yorgun ve titrek bir nefes çektim içime. Ciğerlerim o nefesi almak için yanıyordu nefes ise mutlak sondan kaçmak istiyordu.

Başımı altındaki yastığa iyice bastırdım. Biraz olsun uyuşa bilse belki kendine gelecekti fiziki bir anlamda acıyı hissetse her şeyi bırakacaktı. Hep böyle oluyordu ama asıl acıyı bu şekilde bastırmak şu zamana kadar bir bir sonuç vermemişti bana. Ne kaybettiğim çocuğumu bulabiliyordum ne de hatalarımdan dönebiliyordum. Sadece debeleniyordum.
Debelenmek iyice sinirimi bozmuştu, zaman bana benim mevhumum gibi geliyordu. Yapılan her şeyin aklımda kalmaya devam etmesi beni deliliğe itiyordu. Ama unutsam her şey böyle kalırdı, kalan her şey de kabule iterdi beni. Kabullenmek, unutmak istemiyordum.
Yapılması gerekenleri yaptıktan sonra deliliğe de razıydım. Sanki yeterince çıldırmamışım gibi bir de fazlasını çağırıyordum. Gelene, gelmişe, geleceğe razıydım sonu istediğim kapıyı açacağı sürece.

Ben bir bebeği rahmimde var etmiş, büyütmüş, 9 ay boyunca onu orada yaşatmıştım. Onun için kusmuş geceyi gündüz etmiş, elimi karnımdan ayırmamış onu her şeyden korumaya çalışmıştım. Acılar, çığlıklar içinde 36 saat boyunca onu kucağıma alabilmek adına savaş vermiş onu dünyama buyur etmiştim. Kucağıma almış kıyamayarak ona minik bir öpücük vermiş bağrıma basmıştım. Tam 4 ay boyunca hasta olur mu, benden gider mi, benden alınabilir mi diye düşünüp başından ayrılmamıştım. Hasta olacak korkusuyla üşümesin, terlemesin, aç kalmasın diye uğraşmıştım. Hasta olursa giderdi çünkü. hele bir kere hastahaneye düşse oradan sağ çıkamazdı biliyordum. Ben yürüyerek getirdiğim o ölüm yuvasından kimi nefes alır bir vaziyette kurtarabilmiştim ki? Hayatım boyunca ilk defa benden gidecek bir şeye gitmesin diye uğraşmış olacağı oldurmamaya uğraşmıştım. Ama yaşanacak ne varsa yaşanırdı biliyordum.

Sadece ölümden koruduğum, ninnilerle beşiğine yatırdığım bebeğimin sabaha karşı göğün yarılıp onu içine çekebileceğini hiç hesap etmemiştim. Tanrı'nın benim bebeğime mi ihtiyacı vardı? Ya da bu benim sınavım mıydı? Bu bir sınav olamazdı, olmamalıydı. Bu bir ceza olmalıydı ama neyin cezasıydı? Ben neden anlaşılamıyordum? Benim sesimi neden kimse duymuyordu? Yoksa ben lal miydim? Beni bir tek ben mi duyuyordum. Ama anlatıyordum buradikilere, beni duyuyorlardı. Sadece sorularıma farklı yanıtlar geliyordu. Neden herkes bebeğimin varlığını inkar ediyordu? Oysa ki anlatıyordum onlara. Bebeğimin sarı saçlarını, pembe-beyaz tenini, şekerle süt arasında kalmış kokusunu, mavi tulumunu. Neden doktora her anlattığımda odama beyaz kıyefetli o hemşire gelip bana bir hap yutturuyordu bilmiyordum. Fakat onu da soruyordum sakinleşmen için diyorlardı. Ben sakinleşemiyordum ki kafamın içinde ki girdap daha da büyüyordu. Acım çok büyüktü, yara göğsümün üstünde değil de içinde diye mi aldırış edilmiyordu? 

-Merve Özcan

Geçmişteki GelecekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin