deniz

18.3K 247 37
                                    

yemeklerimizi yerken telefonum çalmaya başladı. arayan berkti. büyük ihtimalle meryem'le ilgili bir şey söyleyecekti. o yüzden masadan kalktım ve koridora gittim.

"efendim berk."

"n'aptın çaktın mı meryem'e?"

"hayır proje yapıyoruz. müsait değil ortam bu hafta benim evime gelecek. o zaman işi bitiririm." dedim gülerek.

"demek senin evine ha. vaaaayyy."

şimdi yapmam gereken ödevin yarıda kalmasını sağlamaktı. bir şekilde ödev yarıda kalmalıydı.

"meryem annem aradı da babam iyi değilmiş hastahaneye kaldırılmış."

telaşla kalktı.

"sen çıkabilirsin sorun yok. kalanını ben bitiririm."

hayır meryem yapma yaaa..

"ya aslında benim ilgimi çekti konu. ben de hazırlamak istiyorum. o yüzden sonra devam etsek olur mu?" dedim.

yalanını sikiyim can. konu bok gibi zaten yazmaktan parmakların koptu.

hevesli görünmeye çalıştım. inandırıcıydı herhalde,
"iyi tamam. geçmiş olsun bu arada."

yemeğine devam etti. ayakta dikili kaldım. sonra bana baktı.

"eee geçirmeyecek misin?" dedim hevesle.

çatalıyla kapıyı gösterdi,
"kapı orda." dedi omuz silkerek.

içimden söylenerek kendimi dışarı attım. meryem tapınağından çıktım.

batuhan'dan

kendimi eve yorgunlukla attım. gelir gelmez elimi yüzümü yıkayıp odama çıktım. bugün on beşinci tablomu bitiriyordum.

evet tablolar. fotoğrafı olmasa da onu zihnimden kimse çıkaramaz.

tablomun önünde durdum ve gülümsedim. sevgilimin sadece dolgun dudaklarındaki parıltı, gözlerindeki ışık hüzmeleri ve sarı saçlarındaki dolgunluk eksikti.

annem odaya girdi birden. bu sabah londra'dan geldikleri için bugün işe gitmemişlerdi.

"oğlum. gelmedi bekledim saatlerce. özlemişim seni." dedi ve bana sarıldı.
yanağıma bir öpücük kondurdu ve sonra geri çekildi. tabloma baktı.

"oğlum, hala ilkokul aşkını mı resmediyorsun?" diye sordu.

"evet annem. üstelik onun bir adı var. deniz." dedim bastırarak.

deniz benim hayata bağlanma sebebimdi

....

en ön sırada tek başıma oturuyordum. sıra arkadaşım, arkadaşım bile yoktu. asosyal bir çocuktum. ödevlerimi yapıyordum. birden sınıfa dört beş çocuk geldi. benden ödevlerimi istediler.

direndim, çünkü ödev verilen bir sorumluluktur. bunu çalamazsınız.

"bana bak inek. ver şu ödevleri. yoksa seni fena pataklarız."

"hayır vermeyeceğim. yapsaydınız ödevi." dememle aralarından birinin gözlüklerimi alması bir oldu. tam göremezsem de onu yere atıp ezdiğini duymuştum.

gözlüğüm olmadan napacaktım? birden kendimi yerden buldum.

arkadan bir kız sesi duyuldu,
"napıyosunuz gerizekalılar!"

"sen karışma deniz." dedi aralarından biri.

o sırada bir gürültü duyuldu. ne olduğunu göremedim ama karnıma vurulan tekmeler durmuştu.

elimi tuttu birisi, deniz..

gözlüklerimi taktı. bir camı kırılsa da önümü görebiliyordum. etrafta çocuklar yoktu. napmış olabilir ki deniz? diye düşünürken sınıf panosunun yerde olduğunu gördüm. çocukların kafasına sınıf panosunu mu fırlatmış.

günler geçti olayın ardından deniz benim yanımda oturmaya başladı. çok zeki bir kızdı ama bana inek olmadan da başarılı olunabileceğini ilk deniz öğretti. beni dümdüz bir dünyadan çıkardı ve video oyunlarıyla tanıştırdı.

okul çıkışlarında atari salonuna gidip oyun oynardık. orası bizim başka dünyamızdı. orada kendimizi buluyorduk.

benim en yakın arkadaşımdı.

ben resim çizerken yanımda şarkı söylerdi.
"bir gün senin de tablonu çizicem deniz. sana vermek için."

"izlediğim bir filmde adam kadına aşıkmış öyle dedi ve bir tablo verdi. yoksa sen de mi aşıksın. ama ben aşkın anlamını bilmiyorum ki. nedir?"
dedi ve meraklı gözlerle bana baktı.

utandığımda gözlüğümü düzeltirdim.

"yani mesela yanında olunca kalbinin çok hızlı atması demek. ve onun için her şeyi yapabilmek demek. sevmek aslında ama daha çok sevmek gibi."

biraz düşündü,
"evet biz birbirimizi seviyoruz. çünkü çok iyi arkadaşlarız." dedi.

denizle bir buçuk yol vakit geçirdim.
dördüncü sınıfın ikinci dönemi hiç gelmedi okula. yanım boş kaldı. ve o günden sonra denizi hiç görmedim.

...

gözlerim dolmuştu bunları hatırlarken. deniz benim hayata bağlanma sebebimdi. ve ben bir gün belki ona veririm diye sürekli onun tablosunu yapıyordum.

geniş bir odam vardı. ve bütün tablolar yan yana şövalyelerin üzerindeydi. her yerde deniz vardı.

odama yardımcı girmezdi. ben izin vermedim çünkü. tablolarımdan birine zarar gelirse diye. ben toplardım odamı, ben temizlerdim. odama sadece annem ve babam girerdi. can'ı bile sokmazdım odama.

işte bu yüzden can'a kulak asmam. onu geçiştirmek için bir kızla ilişkiye girdiğimi söylesem de aslında bakirim.

aslında bakarsanız daha kimseyi öpmedim bile. ben denize aşıkken böylesine kimseyi öpemem ki.

denizin yüz hatlarını ezberlemiştim. çeşitli bir hidayet programlarına soktum ve şimdi olsa nasıl biri olurdu diye yüzünü tarattım.

belki bir gün çıkar karşıma tanırım diye. tanıyamazsam kendime lanet ederim.

o benim denizinde çünkü.

...

akşam oldu. arkadaşım selim mesaj atmıştı. selim benim en yakın arkadaşımdı. sırdaşımdı. ve ailem dışında odama aldığım tek dostumdur.

elbette can da benim kardeşim gibidir ama eminim denizin tablolarını görse dalga geçerdi. o yüzden odama almak istemiyorum.

selim,
"abi yeni bir yer keşfettim. bu akşam gidelim mi?"

ben,
"nasıl yeni bir yer?"

selim,
"ya bir kitap kafe. bu akşam bir söyleşi varmış. sabahattin ali romanları hakkında."

ben,
"ciddi misin? hemen hazırlanıyorum. konum at orada buluşalım."

sabahattin ali romanlarına bayılırım. o yüzden hemen hazırlanıp çıktım evden.

bisikleti bir direğe bağladım ve kafenin girişine doğru yöneldim. kafe çok şirindi tam içeri adım atacakken..

bi kız çarpmıştı bana.
"napıyorsun be!" diye cırladı. yere düşen kitaplarını toplarken bu cırlamanın bana bir yerden tanıdık geldiğini düşündüm.

ve kafasını kaldırdı.

ağzımdan sadece şu sözcükler döküldü,
"deniz.."

mutlimedya: batuhan

KUTSAL BAKİRE (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin