f o u r

368 24 11
                                        

Silinmekte ısrarcı olan imgelemin hayatımda yer edindiği süreç boyunca uğursuzluğunun değmediği nokta kalmamıştı. Sahip olduğum anılara var gücümle tutunmaya çalışsam da cam parçaları gibi ayrıldığı yerdeydim ve bir adım daha atmak ölüm, olduğum yerde kalmaksa en büyük gazap sayılacaksa; Tanrı'dan dâhi merhamet görmemiştim.

Torino'daki son günümü anımsadım, üzerimde neden böylesine sarsıcı bir etki yarattığını anlamak zordu. Yalnızca bir valsti, sıradan kalması en olağan olandı fakat sıradanlıktan da bir o kadar uzaktı. Silik kalmaya alışkanlık kazanmış ben, ilk kez o an bir mücevher gibi eşsiz ve etkileyici hissetmiştim.

"Matisse, hayatım."

Zihnimdeki her şey birdenbire gün yüzüne çıkarken annemin sesi tekrarlanırcasına kulaklarımda yer buldu. Onu görmeyeli kaç yıl olmuştu, on yıl?
Emin değildim.
Sesi o kadar yakındı ki, kokusunu unuttuğuma emin olduğum kadının sesini hatırlamak katlanılamaz bir boyuttaydı.
Boştaki bakışlarım odağına ulaştığında sarsılmış dünyamla ayakta kalmaya çalışıyordum.

"Matisse, drama kraliçesi olmayı bırak."

Kokusunu ya da sesini unutmamıştım; asla yok olmayan öldürücü güzelliği, yüzünden eksik olmayan makyajıyla bu yaşında dâhi porselen bir bebek misâli karşımda dikiliyordu.
Bakışları yüzümde geziniyordu, benimse bakışlarım o hariç her yerdeydi ve gücünü küçümsemek basit bir yanılgıydı.
Tüm çocukluğum hayal kırıklıklarıyla dolu gölgesini önüme sermişti ve bu denli kırılmaz kalmaya çalışmak zordu.

"Bu ne cürret? Sen- Ne cürret?"

Bakışlarını kırmızının en patlak tonuyla renklenmiş tırnaklarına çevirip onlarla ilgilenmeye başladığında, cürretkâr mırıldanışlarına karşı savunmasız ufak bir kız çocuğu gibi hissediyordum.

"Annenin döndüğüne sevinmedin mi? Sen böyle biri değilsin Matisse."

Beni tanıyormuş gibi konuşuyordu, bunca yıl yanımdaymış gibi.
Sarsılmıştım.
Her şey kaldığı yerden devam ediyormuşçasına bir sabah karşımda belirip, hiçbir zaman var olmamış anne kız ilişkimizi oyuna seriyordu ve bu yalnızca, yüreğimin gölüne sancı bırakmakta başarılı oluyordu.

"Sana bir hediyem var."

Seri bir şekilde çıktığı basamakların ardından silinen silüetiyle bir kez bile tereddüte düşmeden kapıya ilerlemiştim, tek dileğim bu evden çıkmaktı.

"Hey!" Saniyeler içinde başucumda bittiğinde parmaklarını nazik bir hareketle bileklerime dolamış ve yılların ardından ilk kez şefkat dolu bir tebessüm bahşetmişti.

"Biraz beklettim sanırım, üzgünüm."

Aceleci bir ifadeyle avucuma bıraktığı paketin ardından devam etti, bense bir o kadar üşüyordum.

"Lütfen aç, umarım hoşuna gider. Sana yakışacağını düşünmüştüm ve belki de..."

Annemin parmaklarına iplerini doladığı ve oynatmaktan büyük zevk aldığı bir kukla gibiydim, her bir yana savrulan ve aramızdaki son bağı da koparmaktan korkandım; çaresizdim.

Kurdelelerle süslenmiş kutuyu mutfak tezgahına koyup kapağını açtığımda, pandoranın kutusunu taşıyormuşçasına üzerime giydiğim korkudan sıyrılamıyordum. İçerisinden çıkan ve epey pahalı görüntüsüyle birçoğu insanı sevince boğacak olan çanta, bende yalnızca affedilemeyecek olan kaybolmuş zamanın çarkını temsil ediyordu.
İçim daralıyordu, kaburgalarım batıyordu ve şüphesiz çizmeye çalıştığı anne profiliyle karşımda beklenti içindeki kadının beni yanıltmamış oluşuyla kavruluyordum.

"Takındığın profil ne hoş. Sevgilin mi yoksa batırdığın hayatımızın aksine toparlamaya çalıştığın yeni hayatındaki kocan mı seni terk etti?

Avuçlarımda tekrardan yer edinen kutuyu hiddetle bir kenara fırlattığımda tepkimin beklenmedik oluşunu görebiliyordum. Gözbebeklerindeki titreme, dolup taştığı hâlde boşalamayan yüreğimde hiçbir etki bırakmıyordu. Kaçmak her daim kolaydı herkese, sanki bu evden eşyalarını alıp giderken tüm anılarımızı da beraberinde toplamıştı ve şimdi karşımda bir yabancıdan farksızdı.
Her şeyin hızla aktığı ana sürüklendiğimizde hiç olmadığım kadar güçlü hissediyordum; ta ki evden ayrılıp ardımda bıraktığım birkaç bloğa kadar.
Baş aşağı sallanan ruhuma esir düşmemin tek sebebiydi ve fütursuzca baş kaldırdığı bu oyunda hâlâ bir yere sahip olmak için yanıp tutuşan varlığına karşı çirkin, cılız ve hiç olmadığım kadar basittim.

Savruk adımlarım kızıl günün güzelliğini zedelemeye meyilliyken, yeryüzüne savrulan gözyaşlarımla yalnızdım ve daha fazla anılmasını istemediğim ismimin doğurduğu zehir, dudaklarından akıyordu.
Aramızdaki çeyrek dakikada kapanabilmesi mümkün mesafeden bana bakıyordun, yanında yer edinmiş arkadaşlarınla birlikteydin ve kırık bir ışığın altında süzülen bedenimi fark edene dek iç gıdıklayan tebessümüne eşlik edebilmiştim.
Günbatımının güzel yüzünü gölgede bırakmayışıyla harmanlanan noktadaydım ve harcanmış yılların yağmur damlaları gibi üzerime yağıyor oluşunu bile unutturmaya ant içmiş gözlerinin bıraktığı hissiyatın ağırlığıyla eziliyordum.

Sana koşmayı seçtiğimde bir yabancıydın.
Ve bir o kadar da tanıdık.
Belimde yer edinen, sıkı sıkıya sarılmış kollarınla hıçkırıklarımı dindirmek uğruna beni kabul ettiğinde ileri ve geri gitmenin mümkün olmadığı noktadaydık, için için yanıyordum ve o an sallanmış tüm veda mendillerinin sana ait olduğunun farkına vardım.
Beni ağına çekecek tüm kapıları; bir yıl önce aralamıştın Calum.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 22, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

You There | Calum HoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin