𝕭𝖔̈𝖑𝖚̈𝖒 1

33 6 0
                                    

Angel bu havada şemsiye götürmemesine bir az daha lanet okudu. Yağmur yağmaya başlamıştı bile. Üstelik üstünde bir havadan başka bir şey yoktu. Ama nereden bilebilirdi akşam yağmur yağacağını? Islanmasına aldırmadan yürümeğe devam etti. Hava çokta karanlık değildi. Normalde bu saatlerde biraz ışık olurdu. Ama yağmur bulutları karartmış ve o ışığı da yok etmişti. Etrafta insanlar yağmurdan dolayı koşuşturuyolardı. Angel ise çok yakınlaştığını bilerek durmamıştı henüz. Zaten yağmuru seviyordu. Yağmurda yürümeği de. Eğer üşümeseydi...
Angel geldiğini umarak başını kaldırdı ve önünde duran dükanın tabelasına baktı. İşte buraydı: "Stephone's Book World".
Gülümsedi ve dükana doğru bir kaç adım attı. Kapıyı tam açacakken içeriden kapşonlu biri çıktı ve ona çarptı. Angel ofallarken o ise hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Arkasından
"Bi özür dileseydin!" diye seslendi sinirle. Ama adamın duymadığına emindi. Yavaşça kapıyı yeniden açtı ve içeri girdi. Kapıyı açtığı zaman çıkan zil sesi hoşuna gitmişti. Böyle şeyleri severdi. Etrafa göz gezdirdiğinde sayamayacağı kadar çok kitap gördü. Tam bir kitap dünyasıydı. İşte o an aradığı kitabı bulacağından emin oldu. Her yerde aramıştı. Kütüphaneler, dükanlar... Ama bulamamıştı. Dün bir kütüphaneye gittiğinde ise kütüphane görevlisi burayı önermişti. Şimdi de buradaydı. Öne doğru giderek solda duran kitap rafına yaklaştı. Parmaklarını kitapların üstünde gezdirirken dikkatini çeken bir kitabın üzerinde durdu. Eline aldı, tozlanmış kapağı sildi. Bu dükkana çok insanın gelmediği belliydi. Zaten çok az insan kitap okuyordu buralarda. Ya da tüm dünyada...
"Leo Tolstoy 'Anna Karenina' " dedi kitabın üstünü okurken. Bu kitabı okumamıştı. Belki aradığı kitabı bulup okuduktan sonra bunu da okurdu.
"Ne aramıştımız?"
Arkasından gelen bir sesle irkildi. Ses gelen tarafa döndüğünde beyaz saçlı yaşlı, yüzünde sanki zamanın tüm yaşanmışlığını  gizleyen kırışlarla, gözlerinde ise henüz yanan hayat aşkı ile bakan, ve neredeyse 75 yıllık hayatını kitaplara hediyye eden yaşlı bir adam gördü.
"Jane Austen'in 'Gurur ve Önyargı' (Pride and Preiudice) kitabını aramıştım" dedi Angel heyecanlı bir sesle.
Bu kitap bazı dillere "Gurur ve Aşk" olarak çevrilse de aslında Önyargı Aşk'tan daha şiddetli bir güçtü.
"Ah... Galiba bu gün her kes sadece bu kitabı okuyor. Üzgünüm, ama son kalan kitabı daha sizden önce çıkan siyah kapşonlu çocuk aldı." dedi yaşlı adam. Bunu duyduğunda yüzü asıldı Angel'in. Ama ne yapa bilordi ki? Son kitabı da o çocuk almıştı. Belki de şansında yoktur diye düşündü. 10 dakika erken gelseydi şimdi o kitab elindeydi belki de. Halbuki umutlanmıştı.
"O kitabı okumayı çok istiyordun galiba. Üzüldüğen çok belli oluyor." dedi anam Angel'e. Angel sadece başını sallamakla yetindi. O çok güçlü bir kızdı. Ama kitaplar en zayıf noktasıydı onun...
Üzgün bir şekilde dükanın kapısını açtı. Tam gidecekken arkadan yaşlı adam
"Bu kadar çok istiyorsan gidip ondan isteyebilirsin. Belki verir..." dedi.
Angel teşekkkür edip kapıyı kapattı arkasından. Dışarı çıktığı anda soğuk hava tenine çarptı. Ama şimdi onun aklında olan sadece o kitaptı. Onu okumalıydı. Yaşlı adam haklı diye düşündü. Denemekten zarar gelmezdi. Ve adımlarını hızlandırdı. En son buradan geçmişti. İnsanlar daha da azalmıştı. Yağmur şiddetini artırmış, hava ise daha çok kararmıştı. Saat neredeyse on'a yaklaşıyordu. Ve bura evine çok uzaktı. Hava kararmasına rağmen Angel önünü aydın göre biliyordu. Adımlarını daha da hızlandırdı. Koşuyordu resmen. Ayakları yere çarptıkça yerde oluşan yağmur damlaları üzerine sıçrıyordu. Siyah jean pantalonu çamur içinde kalmıştı. Ama Angel buna bile tepki vermeden aynı hızla yoluna devam etti. Bulmalıydı o adamı. Çokta uzaklaşamazdı. Buralardaydı. Ve her an ona yetişe bilirdi. Ama Angel çok yorulmuştu...
Uzakta yürüyen kapşonlu çocuğu gördüğünde zafer kazanmış bir gülümseme belirdi yüzünde. Koşmaya devam etti.
"Hey! Kapşonlu! Biraz dura bilir misin?" diye bağırdı yüksek sesle. O ise hiç bir şey olmamış gibi yürüyordu.
"Hey! Sana diyorum!" diye seslendi yeniden. Yine haraket etmedi. Sadece yürüyordu.  Angel sonunda yaklaşmıştı. Aynı zamanda nefes-nefeseydi. Tam anlamıyla dibine geldiğinde elini kaldırdı, ona dokundu. İşte o an her hangi bir güç onu çekti ve duvara itti. Bunu o yapmıştı. Ama neden?
Ne zaman kapattığını bilmediği gözlerini açtı ve ona baktı. Karanlıktı ama yine de onu görebiliyordu. Esas ta parlayan yeşil gözlerini... Karanlıkta bir mercan gibi parlayan o gözler resmen Angel'i hapsetmişti.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun küçük şey?"
Kendisi konuşmaya başlamadan o başlamıştı bile. Sonunda bu gözlerin arkasında yatan boğuk, sinirli ama bir o kadar da huzur veren sesini duydu.
"B'ben... şey..."
Neden kekelediğini kendisi de bilmemişti. Ne o? Yoksa ondan korkuyordu mu? Hayır, bu olamazdı. Çünki, Angel FBİ ajanıydı. Ve o böyle durumlardan korkamazdı. O adam ona bi şey yapamazdı. Hayır, bu korku değildi. Başka bi şeydi. Korku kekelemesi olamazdı bu. Sadece karşısındaki adama tutulmuştu.
"Ney?" diye bağırdı çocuk. Öyle bir bağırmıştı ki, Angel bir an kulağını kaybettiğini sanmıştı. Bu kulağa saçma gelebilirdi. Ama öyleydi!
"Neden bağırıyorsun? Bu çok kabaca!" dedi kendisie bağırarak. Ama aynı zamanda duvara daha da sıkılıyodu. Bu Angelin canını sıksa da hoşuna gitmişti.
Bu cesareti nereden bulabildiğini bilmiyordu Angel. Sonuçta silahı burada değildi. Dövüşebilirdi ama onunla duvar arasındayken bu zordu. Yani eğer psikopat biriyse sabah onun ceseti burada bulunabilirdi. Angel bunu hissetmişti. Çünki, karşısındaki kıvırcık, siyah kapşonlu adamın gözleri koyulaşmıştı. Bu ise Angel'in hoşuna gitmiyordu. Çenesini sıktığı belliydi. Damarları gerilmişti. Baya sinirlenmişti adam. Ama niye? Angel onu sinirlendirecek bir şey yaptığını düşünmüyordu. Daha da yakınlaştı Angel'e. Bu defa aralarında santimler vardı. Adamın nefesi Angel'in yüzüne değdiğinde Angel tekrar gözlerini kapattı. O sanki kalbi yerinden çıkacakmış gibi hissetti.
"Sen bana bağırdın mı?" diye tıslanı çocuk.

CarolinaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin