Gözlerimi açtığımda güneşin doğan ışıkları camdan içeri vuruyordu. Bu da beni uyandırdı haliyle. Kalktığımda Göthe yatağında yoktu. Aslında şaşırdım hep Göthe'den önce kalkardım. Ama nedensiz bir biçimde bugün öyle olmadı. Kalktığım gibi aşağı indim ve annemi masayı kurarken Göthe'yi ise masada oturup kahvaltısını beklerken gördüm. "Anne." dedim. "Baya bir uyumuşum. Beni neden kaldırmadın?" dedim. Annem arkasını dönmeden cevap verdi. "Uyuyan insan kaldırılır mıymış hiç?" dedi. Bir dakika bunu annem mi söylüyordu? "Anne daha dün sen beni kaldırmadın mı?" dedim. "Evet ama o zaman yerde yatıyordun." dedi. Halen arkasını dönmeden söyledi tabiki. "Neyse, git üzerini değiştir ve okul için hazırlan. Sonra aşağı gel ve kahvaltını et. Ama çabuk ol." dedi. Bir şey demeden yukarı çıktım ve okula gitmek için kıyafetlerimi giyidim. Saçlarımı ise yarıdan kurdele ile bağladım. Sonra tekrar aşağı indim ve Göthe'nin kahvaltısını yarıladığını gördüm. Masaya oturdum. Annem önümde olan kaseme süt koydu ve biraz da peynir verdi. Kahvaltımı bitirdikten sonra yukarıdan çantalarımızı aldık ve tekrar aşağı indik Göthe ile. Sonrasında paltolarımızı giyidik ve okulun yolunu tuttuk. Göthe ile okula girince bir anda duraksadım. Acaba şu an Düsseldorf'a gidebilir miydim? Sonuçta okulun bitimine yetişebilecektim. Göthe'ye belli etmeden okuldan çıktım ve eve geri döndüm. Annemin beni fark etmemesi gerekiyordu. Biraz bekledim. Sonra ise annemin evden çıktığını gördüm. Her gün eve öteberi almak için çarşıya giderdi. Bu sabah gitmediğini biliyordum o yüzden gitmesini bekledim. Annem çıkınca eve girdim ve çabucak odama çıktım. Bu arada neye mi bakıyorum? Paraya. evet paraya, geçen seferki gibi faytona binebileğim. Tabiki çalmayacağım. Ben para biriktiriyordum. Bir gün hayallerimi gerçekleştirebilmek için ve bunu şu an kullanacağım. Paralarımın hepsini topladım. Ama bu para kıtı kıtına yetiyordu. Toplamda yirmi markım vardı. Bir şekilde bu parayla idare edecektim. Zaten lokomotif o kadar tutmuyordu ama fayton nereye kadar götürürse artık. Paralarımı çantama koydum ve yola koyuldum. İyi ki öğle yemeğim yanımdaydı. Bu öğlen tatlı bir çörek yiyecektim. Annem olmasaydı biz ne yapardık? Hiç bilmiyorum doğrusu. Lokomotifin istasyonuna gelince biraz bekledim. Sonra lokomotif geldi ve bindim. Toplamda on mark tuttu. Olamaz. Sadece on markım kaldı. Bununla yolu bile yarılayamam. Lokomotiften indikten sonra Düsseldorf'a tekrar gelmek bana heyecan yarattı. Neden bilmiyorum ama mutluyum. Faytonların hepsine gidip teker teker fiyatlarını sordum. Bir ara birinin bana kırk mark ödetmeye çalıştığını hatırlıyorum. Tam bir kabus. O sırada gözüm saat kulesine kaydı. Saat on iki olmuştu bile. Okulun bitmesine ise tamı tamına dört saat vardı. Yani benim en geç bir saat sonra tekrar lokomotife biniyor olmam gerekecek. Bir faytona daha denk geldim ve sordum, "Beni ne kadara Düsseldorf Akademisi'ne götürürsünüz?" diye. "Sence?" dedi. "Bilmem onu siz söylemelisiniz." dedim adama. Adam gülümsedi. "Ona sence demedim." dedi. "Neye dediniz o zaman?" dedim. Merak ettim. Çok meraklı olduğumu bilirsiniz. "Benim yeğenim Albert bir çoban. Ama koyunları hep dağalıyor. Onları sürü içinde tutamıyor. Ona 'Sence?' dedim." Bu adamın deli olduğundan şüpheleniyordum. Belkide ayyaşın biriydi. "Ama bunu ben nereden bilebilirim? Ayrıca konunun yeğeniniz Albert ile ne ilgisi var anlayamadım." dedim. Eğer bu adamla konuşmaya devam edersem vakit kaybedecektim. Tam gidiyordum ki adam arkamdan seslendi. "Tutamaz çünkü bunu henüz bilemez. Okumadan olmaz çocuğum. Okumadan olmaz." dedi. Bir an duraksadım ve adama dönüp tekrar yürüdüm. "Ne demek istiyorsunuz." dedim. "Yetişmemiz gereken bir akademi var diyorum." dedi ve bir anda faytona bindi. "Geliyor musun?" dedi. Sevinçle yüzüne baktım ve hemen faytona bindim. "Peki para almayacak mısınız?" dedim. "Para hayatı bitiren tek şey." dedi. "Peki evinize nasıl bakıyorsunuz?" dedim. "Benim evimdesin zaten." dedi. Fayton muydu evi? "Galiba zor bir şey ile karşılaştınız değil mi? O yüzden bu haldesiniz. " dedim. "Ben ona zor durum demem. Hayatın gerçekleri derim." dedi adam. Bu adam cidden okusaydı şu an çok iyi bir mesleğe sahip olabilirdi bence. O sırada acıktığımı hissettim ve çantamdan çöreğimi çıkardım. Adama "İster misiniz?" dedim. Adam, "O da ne ki?" dedi. "Çörek." dedim. "Peki alırım." dedi. Gülümsedim. Paylaşmayı seviyorum. Yarıdan böldüm ve yarısını adama verdim. Bir kaç dakika sonra adam; "İşte geldik." dedi. Faytondan indim ve adama teşekkür ettim ve ekledim. "Elimde olan parayı verebilirim." dedim. "Ama o zaman geri dönemezsin." dedi adam ve gülümsedi. Sonraysa "Deh!" diye bağırdı ve faytonuyla oradan ayrıldı. Bunu halletmiştim ama geri dönmeyi düşünmem gerekiyordu. Okulu görünce içim daha da heyecanlandı. Okula girdim ve hemen üst kata çıkıp salonu buldum. Etrafımda olan bir kaç kişi vardı. O sırada dün gördüğüm kadın yerine başka bir kadının kapıdan bir çocukla çıktığını gördüm. Kadın beni tanımıyordu. Bu da iyi bir fırsattı. "Hannah Lehmann." dedi kadın. Aynı bana der gibi. Ama kimseden ses çıkmadı. "Hannah Lehmann." dedi bir daha. O sırada aklıma güzel bir fikir geldi. "Benim." dedim bir anda. Kadın gülümsedi ve içeri geçtik. Aynı sırada aynı insanlar oturuyorlardı. En solda oturan ve en sertleri Adolf beni tanıdı. Diğerleri de anladılar ben olduğumu sanırım. "Evet benim. Johanna Meyer." dedim bir anda. Bugün yeni olup beni Hannah zanneden kadın bana doğru geldi ve ben bir anda, "Durun lütfen." dedim. Adolf eliyle durması için kadına işaret yaptı. "Evet ben kim olduğumu bilmiyorum. Ama bilmek istiyorum. Eğer bana bir fırsat verirseniz size kendimi tanıtıp kanıtlayacağım." dedim. Ben bunu gerçekten bilmek istiyordum. Bileceğim. O zaman görecek herkes.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIL: 1924
Teen FictionHerkes doğar büyür ve ölür, ama doğdukları andan itibaren olan bu sarsıcı yola kendilerini bilerek başlamazlar. Zamanla keşfederler kendilerini. Johanna ise bu yola kendini bulmak için çıktı. Yıllardır yaşadığımız bu bedeni bizim haricimizde kimse b...