"Efendim"
...
"Bay park, uyanın lütfen" gözlerini yavaşça açtı. Bilinci yerine geldiğinde irkildi. Karşısında hizmetli bayanı görmeyi beklemiyordu. Mırıldandı çatlak sesiyle.
'Ne oldu bayan kim, bir sorun mu var?'
"Efendim, bay park sizi odasında bekliyor"
Başını salladı ve genç kadının odasından çıkmasını izledi. Alarmdan yarım saat erken kalkmış olmasına sevindi ve alt kata babasının çalışma odasına doğru ilerledi. Genelde orda olur, uyumak yemek yemek gibi ihtiyaçları haricinde hiç çıkmazdı. Kapının önüne gelince derin bir nefes aldı. Uzun süredir babası onu yanına çağırmamıştı. Huzursuz hissediyordu. Usulca kapıyı tıklattı, sert komutu duyunca küçük adımlarla odaya girdi. Kapıyı kapattı ve ilerledi.
'Beni çağırmışsınız efendim' ne zaman babasına efendim dese sesi titrerdi. 15 yıldır alışamamıştı hala. Babası yavaşça oturduğu koltuktan kalkmış ve ilerlemişti karşısında ki gergin çocuğa doğru. Daha ne olduğunu anlamadan yana düştü başı. Yanağında derin bir sızı hissediyordu.
Kapattı sıkıca gözlerini. Geri gönderdi incilerini. Kaldırdı kafasını. Şimdi dimdik duruyordu karşısında. Alayla tebessüm etti.
'Ne içindi bu?' karşısında ki adam gözlerine, sanki dünyanın en iğrenç varlığıymış gibi bakıyordu. Kalbi sızladı genç olanın.
"Adımı kirletmeye nasıl cürret edebilirsin?" Sakince sordu orta yaşlarında ki adam. Fakat bu fırtına öncesi sessizlikti, biliyordu sarı saçlı. Neyi kastettiğini anlamamıştı. Gözlerine bakmayı sürdürdü. Yaralayan sözlerine devam etti acımasız adam. Gözlerinde gram merhamet yoktu. Acıma yoktu.
'İbne mi oldun?' öyle acımasız, öyle derin yaralar bırakan bir soruydu ki bu, titredi genç olan. Hem sinirden hem korkudan titriyordu artık. Jungkooku mu öğrenmişti yoksa? Bu ihtimalle ağlayacak dereceye geldi korkudan. Ona birşey olmasını göze alamazdı. Gerekirse ayaklarına kapanırdı bu adamın.
"N-ne d-diyorsun?" Konuşmayı unutmuş gibiydi. İçinden yalvarıyordu tanrıya..
'Okulda kavga etmişsin. Müdürün beni aradı ceza aldığını söylemek için. Üstelik kavganın sebebi, birinin sana ibne demesiymiş doğru mu? GERÇEKTEN SİKTİMİN İBNESİ MİSİN!?'
Sonlara doğru sesi öyle yükselmişti ki tüm evin duyduğuna emindi sarı saçlı küçük.
"Yok ö-öyle birşey" sesi çok kısık çıkmıştı hafifçe öksürdü, dikkat çekmemesi gerekiyordu.
"O çocuk bana ibne deyince sinirlendim ve vurdum hepsi bu"
Gözlerini kısmış bakıyordu karşısındaki adam. Anlaşılan tam inanmışa benzemiyordu.
'And olsun park jimin, eğer ibneysen işimi jandarmalara bırakmaz seni kendi ellerimle gebertirim.' öylesine soğuktu ki sesi bir kez daha korkudan titredi karşısında küçücük kalmış genç.
"Sebebi ne bu denli nefretin?" Kısık sesiyle sordu genç olan. 'Babası' böyle bir soruyu beklemiyor olacak ki afallamış fakat hemen sonra kendini toplamıştı.
'Öyle yaratıklar yaşamayı haketmiyor' gözlerini bir yere odaklamış ve mırıldanmıştı orta yaşlarında ki adam. Ardından eski sert görünümünü almış ve acımasız gözlerini küçük olana doğrultmuştu.
'Böyle birşey bir daha kulağıma gelmeyecek park. Kendine çeki düzen ver.' buruk bir tebessüm etmişti sarı saçlı oğlu. Fakat anlayabilirdiniz kanayan yaralarla dolu bir tebessüm olduğunu. Ardından yavaşça çıkmıştı odadan. Kapının girişinde annesi ona acıyan gözlerle bakıyordu. O da 'ibne' bir oğlu olsun istemiyordu anlaşılan. Binbir zahmetle tuttu incilerini odasına kadar. Kapıyı kapattı ve olduğu yere çöktü. İçi çıkasıya ağlıyordu yerde. Kalkması için çalan alarmı kapattı ve 20 dakika sonunda gözyaşlarını silip lavaboya gitti. Gözleri şişmiş ve içleri kıpkırmızıydı. Aldırmadı. Üstüne bulduğu birkaç şeyi giydi ve hızlıca çıktı evden. Kimseye görünmek istemiyordu. Kimsenin o iğrenç bakışlarını da görmek istemiyordu. Arabasına bindi ve kampüse doğru yola koyuldu. Çok sinirliydi babasına, insanlara. Ama en çokta tanrıya. Neden böyle cahillerle dolu bir toplumda yaşamak zorundaydı ki? Neden babası böyle olmak zorundaydı? Düşündükçe sinirleniyor, sinirlendikçe hızını arttırıyordu. Camını açtı, sanki herşey üstüne üstüne geliyordu. Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı sertçe sildi incilerini. Ağlamaktan nefret ediyordu! Okulun olduğu yere yaklaşınca yavaşladı fakat hala hızlıydı. Büyük bir sesle kırdı arabasını okulun önüne. Şimdiden birçok göz üzerindeydi. Jungkook'un bile..
Tüm hareketleri hızlı ve asiydi. Arabadan indi ve hızla kampüsün içine girdi. Bir yandan da telefonuyla seok'u arıyordu. Yavaşça durdurdu adımlarını. Hoseok'un burda ne işi vardı?
'Seok burda ne işin var?'
"Herşey yolunda mı civcivim?" İkisi de aynı anda sordular birbirlerine. Gözlerini yere indirdi küçük olan.
'Nerden anlayabildin ki?'
"Bana her gün düzenli günaydın selfiesi atarsın jim. Bu sabah yoktu. Üstelik mesajlarıma da cevap vermedin. Tekrar soruyorum, herşey yolunda mı?" Etrafına bakındı sarı saçlı küçük, kimsenin olmadığı bir yere gitmeleri gerekti. Sonra onu gördü. Tüm siniri tüm kırgınlığı geçti gitti. Bahçenin bir ucunda banka oturmuş, elinde kitabıyla küçüğüne bakıyordu. Diğer herkes gibi. Kolundan tuttu ve sürükledi arkadaşını.
'Önce yanlız olacağımız bir yere geçelim'
Sonunda kimsenin olmadığı bir yer bulup oturdular çimenlere.
"Anlat bana jim"
'Şimdilik sadece saçlarımla oynasan?' seok'un dizine yatmış ve mırıldanmıştı. Arkadaşı anlayışla salladı kafasını ve saçlarıyla oynamaya başladı civcivin. Aradan 10 dakika geçmiş ve küçük olan hala o tokadı düşünüyordu. Bağımsızca çıktı ağızından sözcükler.
'Bu sabah bana tokat attı.'
"NE!?" ayağa kalkmaya çalıştı kırmızı saçlı. Kimse en değer verdiği civcivine vuramazdı. Sinirden köpürmeye başlamıştı bile.
'Şu kavga olayını öğrenmiş. İbne misin dedi bana. Eğer ibne isen seni kendi ellerimle öldürürüm dedi. Jandarmalara bırakmazmış işimi.'
"Tanrı aşkına ne saçmalıyor bu? Önce ben öldürürüm onu." Hafifçe gülümsedi bu sözler üzerine küçük. Seok sinirlenince çılgına dönüyordu.
'Seok okul çıkışı konuşuruz bunları, şimdi derse girmem gerek olur mu?'
"Okul çıkışı yeni arabamla okulun önündeyim civciv bey." Asker selamı vermiş ve çıkışa doğru yürümeye başlamıştı. Geri geri yürüyor ve arkadaşına öpücükler gönderiyordu. Tabii ayağı takılıp yere çakılmadan önce. Küçüğü deliler gibi kahkaha atıyor ve gitmesini söylüyordu. Seok ise küçüğünü güldürmenin mutluluğu ile çıktı kampüsten. Hızlı adımlarla amfiye girdi ve her zaman ki sırasına doğru ilerledi. Fakat beklediği son şey bile değildi tam oturduğu sıranın başına oturmuş bir jungkook. İstifini bozmadan devam etti ilerlemeye. Sıranın başına geldi ve dikilmeye başladı. Esmer tenli olan kitabının arasına parmağını koyup kafasını kaldırmış ve sorarcasına bakıyordu minik çocuğa.
'İznin olursa o tarafa geçmek istiyorum' esmer olan eskiye yönelik yapılan diyoloğu hatırlamış olacak ki küçük bir tebessüm belirdi yüzünde. Yavaşça ayağa kalktı ve yer verdi miniğe. Sevdiği çocuğu tebessüm ettirmenin sevincini yaşayan küçük, yavaşça içeri doğru girdi ve oturdu. Bir kez daha yanyanalardı. Hem kokusunu rahatça alabilmenin hemde sabah ilk dersin en sevdiği ders olmasının mutluluğunu yaşıyordu sarı saçlı. Nihayet profesör derse girdi ve ders başladı. Yaşına göre genç görünen adam önce yoklamayı aldı, ardından tahtaya birşeyler yazmaya başladı.Yalnızlık nedir?
"Şimdi hepinizden, küçük birer not kağıdına tahtadaki sorunun şahsi cevabını yazmasını istiyorum ardından onları toplayacağız ve teker teker okuyup değerlendirme yapacağız. Kimse ismini yazmasın. Başlayabilirsiniz"
Esmer olan çoktan yazmaya başlamıştı. Beyaz tenli olan ise düşündü ilk önce. Sonra hareket ettirdi parmaklarını.
'Gece çökünce birinin yokluğunu, en kuvvetli bir biçimde hissetmek: "bunu ona anlatmalıyım" heyecanına bürünmek, fakat bunu artık ona anlatamayacağını hatırlamaktır. Koskoca insanların arasında küçücük kalmak ve görünmez olmaktır. Tüm bu kalabalığın içinde sarılacak bir çift kol, ağlayacak bir omuz bulamamaktır. Vaveylaları ile sağır kalmaktır kendi içinde. Acı yardımlarını kimsenin duymamasıdır.
Yalnızlık aslında eve geç gidebilmektir. Eve geç gittiğinde azar işitmeyeceğini bilmektir..'Kağıdı katladı ve avucuna aldı. Kendi hayatından kesitler yazmıştı yine. Ardından kağıtları toplamakla görevlendirilmiş kıza uzattı. Yüzünde dolanan bir çift gezegenin varlığını hissediyor fakat bakmıyordu. Profesör tüm kağıtları aldı ve açmaya başladı. Açtığı her kağıda eleştirilerde bulunuyor ve sınıftan da herkesin kendi fikrini soruyordu. Eline bir kağıt aldı ve açtı yavaşça. Sonra yüksek sesle okudu içindekileri.
"Gece çökünce birinin yokluğunu, en kuvvetli bir biçimde hissetmek: "bunu ona anlatmalıyım" heyecanına bürünmek, fakat bunu artık ona anlatamayacağını hatırlamaktır. Koskoca insanların arasında küçücük kalmak ve görünmez olmaktır. Tüm bu kalabalığın içinde sarılacak bir çift kol, ağlayacak bir omuz bulamamaktır. Vaveylaları ile sağır kalmaktır kendi içinde. Acı yardımlarını kimsenin duymamasıdır.
Yalnızlık aslında eve geç gidebilmektir. Eve geç gittiğinde azar işitmeyeceğini bilmektir.."'Önce sizin fikirlerinizi almak isterim. Varmı konuşmak isteyen?' Birkaç parmak kalkmıştı. Söz hakkı verdiği kız konuşmaya başladı.
'Profesör bence abartmış. Fazla dramatik ve sıkıcı' alayla sırıttı sarı saçlı. Tek sorunu sevdiği rengin ojesini bulamamak olan böyle insanların aptalca düşüncelerini umursamıyordu. Alay dolu sırıtmayı gören uzun boylu minikçe tebessüm etmişti. Bunu sarı saçlının yazdığını anlamış ve konuşmak istemişti. Sonra yanından bir parmak kalktı küçük olanın. Çaktırmamaya çalışsa da deli gibi heyecanlanmıştı."Şahsımca çok ince düşünen biri yazmış bu satırları. Onunla tanışmayı isterdim. Sanki kendi yaşantısından örnek vermiş gibi, kendi acısından bahsetmiş gibi."
'Aslında jungkook'a katılıyorum. Çok derin anlamlar barındırıyor olabilir bu cümleler.'
Profesör başka bir kağıda geçmişti fakat sarı saçlı hala az önce ki cümleleri tekrar ediyordu içinden. 'onunla tanışmayı isterdim' demişti sevdiği adam. Tam bu sırada bir kağıt uzatıldı yan taraftan. Önce kemikli iri ellere ardından o ellerin sahibine çevirdi kürelerini. Jungkook ona bir kağıt uzatıyordu? Sakince(?) Eline aldı ve masanın altından açtı. Anında put kesilmişti. Tüm uzuvları bir bir iflas etmek üzereydi. O üç kelime hayatını değiştirecekti küçüğün, haberi yoktu..Tanışalım mı küçük?
𖧷
Vaveyla: Sessiz çığlıklar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Amour désespéré
RomanceSen Say Ki, Ben Hiç Ağlamadım. Hiç Ateşe Tutmadım Yüreğimi. Geceleri, Koynuma Almadım İhaneti. Ve Say Ki; Bütün Şiirler Gözlerini, Bütün Şarkılar Saçlarını Söylemedi..