𖧷Beni, acılarımla sever misin manolya?𖧷

318 61 38
                                    

"Hangisi, mavi olanımı diyorsun?"
'Evet evet, lan şu elinde tuttuğunu diyorum işte'
"Seok bağırma bana ağızına sıçarım ha, zaten heyecandan ölmek üzereyim."
'Özür dilerim civcivim haklısın'
"Neyse ben şimdi hazırlanıyorum sonra arayacağım seni" hayali gözyaşlarını silerken konuştu kırmızı saçlı arkadaşı
'Tanrım, resmen sevdiğin adamla randevuya çıkıyorsun'
"Seok noolur sus ya oof"
'İyi be kaçtım ben' öpücüklerini gönderip kapatmıştı telefonu. Ardından altına siyah bir pantolon, üstüne ise beyaz bir gömlek giyip pantolonunun içine sokmuştu uçlarını. Dün gece bilinmeyen numaranın jungkook olduğunu anladığından beri uyuyamamış ve gözaltları biraz kızarmıştı. Hafif bir fondötenle kapattı ve şeftalili lip balmını sürdüğünde tamamen hazırdı. Bildirim sesini duyduğu gibi eli ayağına dolandı ve az kalsın düşüyordu. Sakince yatağın üstünde ki telefonuna uzandı ve gelen mesajı açtı çocuksu bir heyecanla.

Endymion🌒

Sokağın başında bekliyorum küçük.

Mesajı okuduğu gibi adeta uçarcasına dış kapının önüne gelmiş ve ayakkabılarını giymişti. Tam kapıyı açmış gidiyordu ki annesinin sesini duydu.
'Nereye gidiyorsun hayatım?' gözlerini devirdi, her ne kadar sanane demek istese de. "Seokla buluşacağım" onaylar mırıltılar çıkarmış ve salona geri girmişti. Bu sırada sarı saçlı olan dışarı çıkmış ve arkadaşına yalanını kısaca anlatan bir mesaj atmıştı ki başı derde girmesin. Her adımında kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Sanki idam mahkûmuymuş ve ölümüne gidiyormuş gibi hissediyordu. Sonunda, sokağın başında bir bacağını duvara yaslamış ve elinde sigarasıyla kendisini bekleyen tanrısını gördü. Gerçek bir tanrıya benziyordu. Dövmeleri vücudun da öylesine güzel duruyordu ki beyninin yavaş yavaş uyuştuğunu hissetti kısa boylu. Nihayetinde uzun olanın görüş açısına girmiş olacak ki gezegenleri kürelerine tutunmuştu. Sigarasından son bir nefes çekip yere attı ve ezdi topuğunun ucuyla. Ardından kocaman gülümsedi karşısında ki minik çocuğa.
'Hey, selam'
"Merhaba" çekingence konuştu sarı olan.
'Yapmak istediğin herhangi birşey varmı küçük?'
"Sanırım şimdilik yok sadece yürüyelim aklıma gelince söylerim."
'Nasıl yok? Lunapark falan demeyecek misin' hafif şaşkınlık ve dalgayla konuştu uzun olan.
"Takıldığın o salak kızlar gibi değilim demek ki" tutamamıştı dilini yine. Ne zaman kıskansa çıkıyordu cümleler ağızından. Fakat büyük olanın hoşuna gitmiş olacak ki kıkırdamıştı sevimlice.
'Pekala, üzgünüm küçük. Sustum' ağızına hayali bir fermuar çekmiş ve önüne dönmüştü. Küçük olan ise mutlulukla sırıtmıştı. Bir süre boş boş dolaştılar sokaklarda. Birden büyük olan bir şarkı mırıldanmaya başladı. Sesi öylesine güzeldi ki, yumuşacık hissetti küçük olan. Ardından kendide eşlik etti ezbere bildiği şarkıya(medya). İkiside nedensizce kahkahalar atarak, sonlandırdılar şarkıyı. Sonrasında sahile gitmiş ve pamuk şeker almışlardı. Küçük olan zorla büyük olana yedirmeye çalışıyordu şekerini. Sonunda pamuk şekerleri bitmiş ve sahilde yürüyorlardı yavaş yavaş.
"Tanrım jungkook! Bisiklet sürelim" çocuksu neşesine tebessüm etmiş ve iki tane bisiklet kiralamıştı. Tek tüke insanın olduğu sahil kenarında neşeli kahkahalar eşliğinde çeviriyorlardı pedalları. Herşey tam hayallerinde ki gibi ilerliyordu küçüğün. Sevdiği adam ona iki elini de havaya kaldırarak sürmüş ve hava atmıştı. Küçük olan da denemek istemiş fakat daha kaldırdığı ilk dakikada düşmüştü bisikletten.
Büyük olan hemen yanına gelmiş ve iyi olup olmadığını sormuştu. Küçük ise yüksek sesle gülmüştü. Neden güldüğünü anlamayan büyüğü de ona katılmış ve anlamsızca gülmeye başlamışlardı. Yavaş yavaş küçük tebessümlere bırakmıştı kahkahalar yerini. Ardından hafif kanayan yarasından öpmüştü onu manolya kokulu çocuk. Acıyor mu diye sormuştu karşısında ki gözleri dolan çocuğa. Artık acımıyor demişti küçüğü. Bisikletleri bırakmış ve sahile doğru yürümeye başlamışlardı. Büyük bir kayanın üstüne oturup günbatımını izliyorlardı şimdi. Büyük olan gözlerini kapatmış ve derince solumuştu deniz kokan havayı. Küçüğü ise manzarasını izliyordu. Çok güzel olduğunu daha önce söylemişti değil mi? Olsun, bıkmayacaktı. Güzel olduğunu söylemekten asla bıkmayacaktı.

"Sende birini acıyı sever gibi sevdin mi?" Sessizce sormuştu küçük olan.
Büyük olan ise gözlerini açmış ve bakışlarını küçüğünün yüzüne doğrultmuştu. Şimdi tam tersi oluyordu. Küçüğü hırçın dalgaları izliyor, büyük olan ise küçüğünün, nasıl bu kadar güzel olduğunu anlayamadığı çehresini izliyordu. Es geçmiş ve cevap vermemişti sorusuna. Sadece küçüğünün konuşmasını istiyordu bugün.
"Tanrı seni de unuttu mu bu acımasız insanların içinde?" Gözlerini denize odaklamış ve mırıldanıyordu sessizce. Sonra kürelerini birleştirdi gezegenlerle.
"Senin de kırdılar mı kanatlarını?" Bir damla atlamıştı çoktan kürelerinden.
"Sende.. bir çift gezegene aşık oldun mu umutsuzca" soru sormuyor, küreleriyle anlatmaya çalışıyordu sanki. Büyük olan ellerini küçüğünün yüzüne uzattı ve dokundu akan her incisine. Elleri altında titreyen teni okşadı bir süre. Küçüğü ise gözlerini kapatmış ve teninde hissediyordu muhtaç olduğu elleri. Belli belirsiz bir sesle fısıldadı dövmeli olan.
'Bu kadar çok mu acıttım canını küçük?' yavaşça gözlerini açtı küçüğü. Anlamıştı işte onu sevdiğini. Sonunda korktuğu o son gelmişti. Bir daha yüzüne dahi bakmayacaktı küçük olanın. Tir tir titredi bu ihtimalle. Güçsüz bir nefes aldı ve araladı dolgun pembeliklerini
"Kalbim kırıklarla dolu manolya. Bu nedenle seni her gördüğümde kalbim acıyor, anlıyor musun?" Bir süre gözlerine baktı küçüğünün. Gözlerinden ruhuna dokundu, kalbini öptü.
"Yüzyıllardır oynanmasına rağmen hiçbir seyirci sahneye fırlayıp Romeo'nun zehirli iksiri içmesine engel olmamıştır. Sonunda geminin batacağı bilindiği halde Titanic defalarca kez izlenmiştir. Bitecektir korkusuyla aşktan kaçarsan hayattan hiçbir tat alamazsın küçük. Çünkü Romeo ölmeli, Titanic batmalı ve aşk her şeye rağmen yaşanmalı. Bırak acılarını bahane etmeyi. Seven, acılarınla sever seni" iri bir damla daha aktı kürelerinden. Tüm cesaretini topladı. Ne olacaksa olacaktı bundan sonra. Son kez derin bir nefes çekti, ve çekingen bir sesle fısıldadı gözlerine, büyük olanın
'Beni.. acılarımla sever misin manolya?' öyle beklentili bakıyordu ki küreleri, öyle çok parlıyordu ki, sanki gökten yıldızlar inmişti gözlerine küçük olanın. Öylece izlediler birbirlerini bir süre. Ne küçük olan sorusunu yineliyor, ne de büyük olan bir cevap verme hareketinde bulunuyordu. Sonra birşey oldu.
Tanrı birkez daha küçük olanın tarafına geçti.
Yavaşça yaklaştı gezegenler suratına. Düşündüğü şey gerçek olacaktı az sonra. Kalbi yine kanatlanıp büyüğünün avuçlarına konmak istiyormuş gibi atıyordu. Çırpınıyordu delice. Gözleri bir saniye bile ayrılmadı birbirinden. Ne etraftaki insanları, ne de bunun yanlış olduğunu söyleyen tanrıyı umursadılar. Santimler kala kapattı gözlerini küçük olan. Ve güneş tekrar doğdu ikisinin üzerine. Binlerce çiçek açtı yeryüzünde. Yeryüzü tanrısı, meleğini öpüyordu. Korkakça buluştu pembeleri. Hareket etmeden öylece durdular. Bir öpüşme değildi bu, dudaklarına papatyalar ekiyordu küçüğünün. Ardından rotasını, kapalı gözünden düşen inciye çevirdi. Gözyaşından öptü, yaralarından öptü küçüğünü. Tanrı öptü gözbebeklerinden.. Melek ağlamayı unuttu.. Kanatlanıp semada savruldu.. Sessizce..

Amour désespéré Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin