-Tek Beden-

318 33 45
                                    

Yarın yokmuş gibi uzandığım dudakları anın şokuyla hareket etmiyordu. Bilmiyordu ki bana karşılık vermek zorundaydı. Yumuşak ve dolgun dudaklarına bu sefer hiddetle asıldım. Artık acemi bir şekilde karşılık veriyordu. Birbirimizin dudaklarını ıslatırken yarını düşünmüyordum. Şuan Park Jimin'i neden öpüyordum? Neden daha fazlasını istiyordum? Bilmiyorum. Alkolden olsa gerekti. Jimin'in pijamaları ise tavan yapmış libidomu hiç iyi etkilemiyordu. Git gide birbirimizi daha şehvetli öpmeye başlamamız bana deli cesareti kazandırıyordu. Tabii bir de buna ek olarak Jimin'in kabaran penisi vardı. Onun da istediğinin bu olduğunu düşünerek işleri bir tık ileri seviyeye almaya karar verdim. Dudaklarımızı ayırdım. Belinden tuttuğum gibi onu yatakta sırtüstü yatar vaziyete getirdim. Kollarımı boynunun hizasında iki yanına açarak üstüne eğildim. Ve bir kez daha uzandım o tadına henüz doyamadığım dolgun ve nemli dudaklarına. Jimin'in elleri sırtımda dolaşıyordu. Gözlerimin rengi geceye inat bir karanlığa bürünüyordu. Çok da acemi olmamakla beraber afallamış olması beni tahrik ediyordu. Elleri boynuma gittiğinde kendime hakim olmak istemiyordum daha fazla. Bir elim hala boynunun hizasındayken diğer elim saten pijamasının düğmeleriyle tanışıyordu.

''Tenine dokunmak istiyorum.'' Dedim sorar gibi. Ama daha çok cevap beklemeyen ve itiraz kabul etmeyen bir şekildeydi.

Şuan benden daha çok sarhoş olmuş gibi görünen Jimin, başını salladı ve gülümsedi. Bu gülümsemesiyle ilk kez karşılaşıyordum. Güzel gözlerinin kısılmasını sağlayan gülüşlerinden değildi bu. Davetkar bir gülüştü. Fazla davetkar... O güzel saten pijamasının düğmelerinin hepsi artık kopuk birer emektardı. Yalnızca teni ve güzel yüzü kaldığında dizlerimin üzerine doğruldum. İzledim bir süre. Gerçekten kusursuz hatları vardı. Narin bir beden ama bir o kadar da erkeksi. Kendine iyi bakıyor gibi gözüküyordu. Kendi tişörtümün eteklerinden tutup asıldım ve yere doğru uğurladım. Şimdi ise o beni inceliyordu. Vücudum karşısında etkilenmiş olmasına şaşıramazdım. Ama o beni şaşırtmıştı. Dudaklarını ısırdığında güldüm. Ve üstüne eğildim. Sıcak tenlerimiz birbirini selamlarken baş parmağımı dudağında gezdirdim.

''Jiminsshi...''

''Efendim Jungkook-ah?''

''Bana uçurumdan aşağı düşüyormuşum gibi hissettiriyorsun.''

''Şuan mı?''

Son olarak yönelttiği soruyla sorgulamaya başladım. Park Jimin bana yalnızca alkollü iken mi böyle hissettiriyordu? Yoksa hep böyleydi ama alkolün altına mı sığınıyordum? Jimin ile tanıştıktan sonra gelişen her olay birer soru kalıbıydı. Cevapları asla bulunamayan sorular. Çözemediğim şeyleri sevmezdim. Ben her şeyi bilmek ve çözmek zorundaydım. Ama Jimin'i çözemiyordum... Ona olan tavırlarımı buna bağlıyordum. Sebepsizlik... Sorusunu yanıtlamak yerine dudaklarının tadında boğulmayı tercih ettim. Bu sefer daha usulca öpüşsek de bile tenlerimiz bize izin vermiyor gibiydi. Tenlerimiz arasındaki çekim soyut olmaktan çıkmış resmen elle tutulur bir hale gelmişti. Bacaklarını tutup belime sarmasını sağladım. İlk baş tereddüt etse de karşı koymuyordu. Şimdi neredeyse dışarıdan bakıldığında tek beden sayılacak kadar yakındık. Saçlarımız birbirimize karışmıştı. Bir insan gerçekten Jimin'in tadına bakıp da tamam artık yeter diyemezdi. Dur durak bilmeden sınırlarını keşfetmeye çalıştığım sırada kulağıma telefon sesinin ulaşmasıyla geri çekildim.

''Sikeyim.''

''Ah, benimki.''

''Bakma.'' Deyip yeniden aramızdaki mesafeyi doldurmayı planlarken Jimin buna engel oldu. Komodinin üstündeki telefonuna göz ucuyla baktı ve konuştu;

''Bu Yoongi hyung. Telefonlarını hiç açmamazlık etmedim. Açmam gerek. Bir şey var sanıp gelebilir bile.''

Bu dediğiyle derin bir nefes verdim dışarıya. Ne olmuş olabilir? Jimin diye bağıran hücrelerim ve yarım kalan hevesim dışında. Şaka falan olsa iyi olurdu. Beni bölemezdi.

ENTRİKA // JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin