Mevsimlerden sonbahar... Daha okulların açılmasına birkaç gün kalmış, çoğu öğrenci okula gitmek için hazırdı bile. Bazı öğrenciler ise her şeyi son güne bırakan ya da kıyamet kopsa umursamayan alfalardı. Ağaçlarda yapraklarını dökmeye hazırlanıyordu. İnsanlardansa kimileri iş için bir yerden bir yere koşuşturuyor, kimileri eğlence için sahilden denize koşuyor, kimileri de aksiyon için ölüme koşuyordu. Bu dünya üzerindeki canlıların bir takım koşuşturma halleriydi.
Günlerden çarşamba ve hava ise son derece güneşliydi. Saat 5 civarındaydı.
Rüzgar... Ne güzel esiyordu. Ama bahsedeceğimiz Rüzgar bir doğa olayı değil uzun boylu, zayıf, kumral tenli, kahverengi çekik gözlü, tarifi imkansız bakışlarıyla gökyüzünü andıran Rüzgar Yıldırım!
Takmış güneş gözlüklerini metalik bordo rengi son model arabasıyla Kadıköy'ün tozunu dumanına katıyordu. O kadar hızlıydı ki, hiçkimse uzun uzadıya izleme fırsatı bulamıyordu. Bu adamı hiçbir şey tutamıyordu. Bir şey hariç. Kırmızı ışıklar...
Kırmızı ışıkların yanmasıyla küfrederek durdurmuştu arabasını. Işığın yeşile dönmesini beklerken aniden telefonu çaldı. Telefon da Rüzgar'ın durmasını bekliyordu sanki?
Rüzgar sağ elini direksiyondan çekti ve yeşile bastı: "Ne oldu Buğra?"
"Rüzgar kanka neredesin sen? Bugün Emel'in doğum günü partisi var, unuttun mu?"
Rüzgar birkaç saniye beyninin bir köşesini kurcadı. Sonra hatırladı Emel'in partisi olduğunu. Emel zaten hep parti veriyordu. Yok doğum günü partisi, yok mezun oldum partisi, yok ilk marka keşfettim partisi, yok canım sıkıldı partisi... Parti vermek için hep yer arıyordu zaten. Klasik kokoş kızlardandı. Rüzgar böyle şatafatlı şeylerden fazla hoşlanmazdı. Hele bugün hiç havasında değildi.
"Bensiz takılın, uğraşamam."
"Hadi oğlum gel işte. Emel hem seni sorup sorup duruyor."
Buğra sanki karşısındaymış gibi gözlerini devirdi Rüzgar. Ne yani? Onsuz yapsalar ne olacaktı? Kıyamet mi kopacaktı?
"Sormasa şaşmam."
"Gel hadi bekliyoruz. Gelirken de büyük bir pasta al."
"Sanki doğum günü kutlayacağız. Ne pastası ya?"
"Simge'nin canı çekmiş ne bileyim?"
İstemiyorum dese Buğra iki saat laf yapacaktı. Telefonu kapatmakla kurtulsa bile Emel'in ağzından kurtulamayacaktı. Simge'yi zaten hiç araya katmak istemiyordu. Kimsenin dırdırıyla uğraşamazdı.
"İyi tamam alırım ama fazla durmam haberiniz olsun."
Rüzgar yeşil ışığı görür görmez telefonu Buğra'nın suratına kapatıp yolu tuttu. Etrafa hafif göz gezdirdi. Yolun az bi ilerisinde 2 katlı bir pastaneyi gözüne kestirdi. Hemen oraya gidip arabayı sağa çekti.
Arabadan inerken güneş gibi parlıyordu. 1.91 boyunda güneş gibi pasparlak bir adamı görüp de bakmamak mümkün müydü? Simsiyah saçları bir pamuk kadar yumuşak görünüyordu. Gözleri ise ay gibiydi... Aldığı ışığı yansıtıyordu. Su gibi berraktı. Bakanların tekrar baktıracak kadar güzeldi.
Pastane'ye yavaşça adımlarını attı ve kısaca etrafa bir göz gezdirdi. Küçük, güneş gören, ferah bir yerdi. Duvarlar gökyüzü mavisine boyanmış, çizilmiş renkli balonlarla tamamlanmıştı. Etraf beyaz masa ve sandalyelerle donatılmıştı. Yerlerde ise yeşil sahte çimen halı vardı. Tavanda ise mavinin üzerine birkaç beyaz bulut çizilmiş, yıldız şeklinde lambalar ile uyumu sağlanmıştı. Ortada ise büyük beyaz yuvarlak lamba vardı. Büyük ihtimalle ayı temsil ediyordu. Huzurlu, sakin bir ortamdı. Rüzgar oldukça etkilenmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Yıldız Var Düşlerimde
Fanfiction"Sen herkese böyle mi bakıyorsun?" Rüzgar duyduklarının şaşkınlığınlığıyla gözlerini kırpıştırıp Yıldız'a tuhaf tuhaf baktı. "N... Ne?" "Pastanedeyken de böyle bakıyordun." "Nasıl bakıyor muşum?" "Gözümün içine düşecekmiş gibi." "Daha önce gör...