Taehyung'dan
Garip bir ruh halindeydim bugün. Ne bir şey düşünebiliyordum ne de bu garip halim hakkında bir şeyler yapabiliyordum. Doğrusu son 2 haftadır bu garip hallerim 1 haftadır daha belirgindi başkalarına göre.
Bana göre de daha gariptim sanki.
Garip kelimesine alışmıştım. Her şeyime uyuyordu doğrusu. Insanlar için bir puzzledım. Yerleştirmek isterlerdi. Onlar çözsün beni ki onların eseri olayım isterlerdi. Beni tutup herkese göstermek isterlerdi. Fakat yapamadılar. Yapmadılar ve her boşluk için garip damgası yedim. Her bir boşluğumu gariplik ile tamamlamaya karar verdiler. Garip çocuk, garip hayat, garip ses, garip yüz, garip mekân... Daha saymalı mıydım? Gerek yoktu. Onlara göre ben bu eksikliklerle tamamlanamazdım. Bu yüzden gariptim işte.
Ve yeni bir garipliğim olmuştu. Garip bir takıntıydı. Aklımdan atamadığım bir meraktı şimdilik. Perdelerin arkasında dolanan bir gölgeydi sanki bu merak. Belirsizdi. Bazense küçük bir çocuğun ailesinden beklediği ilginin somutlaşması gibiydi. Belirgindi. Belirsizlikler ve bu belirginlikler aklımı kurcalıyordu.
Hayatıma katıldı diyemeyeceğim ama aniden sürpriz yumurtadan çıkmış gibi ortada beliren bir garipliğim daha vardı. Ve onun gelişi zaten durgun olmayan temiz sayılamayacak aklıma düşen bir damla suydu. Saf ve temizdi bu su. Bir damlaydı lakin bulandırmak için yeterliydi.
Gelmişti, damlamıştı, bulandırmıştı ve kırmızı pelerinini takıp uzaklaşmıştı buralardan.
Sakince iç çekmiştim. Galiba yorulduğumu yeni hissediyordum. O su damlamıştı ve dağılıp gitmişti işte. Bu neyin eşelemesiydi? Sinirle saçlarımı karıştırdım ve sertçe masaya yasladım kafamı. Kırmızı saçlarım daha da kabarmıştı. Kuş yuvasını aratmıyordu.
Bir kaç dostumun bana dönüp baktığını hissediyordum fakat modumda olmadığımı gayet iyi biliyorlardı. Onlar için sır perdesi olan şey bunun sebebiydi. Doğrusu, sır perdelerini muhtemelen hiç aralayamayacaklardı."Bu kadar delirmek yeter Taehyung." Omzumdan tutan ellere baktım. Namjoon hyungu görmek beni rahatlatmıştı fakat bu anlık bir durumdu. Belki de onunla bu sorunları çözebilirdim. Hiç olmazsa garip denen boşluklar yerine bir parça koyabilirdim.
"Sence ne yapabilirim hyung? Bu duygulardan nasıl kurtulabilirim?" ayakta durmak yerine karşımdaki sandalyeye oturmuştu. Ellerimi masanın üzerinde birleştirdim. Ellerimi sessizce izliyordum. O ise düşünüyordu. Dudaklarını araladı ve derin bir nefes aldı. Yıllardır birbirimizi tanıyorduk Namjoon hyung ile. Ve yaşadıklarımı en az benim kadar iyi bilen tek kişiydi.
Ama onun bile bilmediği bazı şeyler gelişmişti.
"Sana nasıl yardım edebileceğimi bilemiyorum şu sıralar Tae. Çünkü şu sıralar farklı bir şeyler var sende. Hiç olmayan ayrı bir şey... Ben de isterdim seninle o puzzleların yerini kapatmak fakat onu kapatacak, daha doğrusu yerlerine onları bulup yerleştirecek kişi ben değilim. Şu an tek yapabileceğim şey senin yanında durmak dostum." elini omzumda hissettiğimde hafifçe gülümsedim. Bana iyi geliyordu. Doğrusu ona minnettardım. Benimle bu kafeyi açmıştı. Zengin olmamasına rağmen böyle bir yerde açmayı kabul etmişti, belki daha lüks bir semtte daha fazla kazanabilirdi. Fakat o paragöz değildi. Benim yüklenemediğim kadarını omzuna aldı. O benim için gerçek bir dosttu ve hiç olmayan bir abiydi. O benim bu yoldaki önümden yürüyendi. Yanımda yürüyecek kimsem olmadı. Kimseye yanımda yürümesi için kalbimi açmadım, bu geçtiğimi yolları göstermedim. Gerçi, ben de istiyor değildim. Ama yokluğunu hissetmiştim. Birinin aşkını istediğimi biliyordum, bunun farkına varmıştım.
"Teşekkür ederim Namjoon hyung. Her şey için... Şu sıralar ben de bilmiyorum bana ne olduğunu. Oldu bir şeyler ama mantıksız ve garip işte. Anlamlandıramıyorum." saçlarıma elini daldırmıştı ve iki yana da iyice karıştırmıştı. Gülümsüyordu, hem de çok güzel, çok sıcak gülümsüyordu. Ufak tebessümüm ona bakınca biraz daha genişledi. Bana verebildiği tüm pozitif, tüm olumlu hisleriyle beni cesaretlendirdi sanki.
"Anlat bakalım, kimmiş o garip şey, ah pardon, neymiş o garip şey?" imasıyla ona dik dik baktım ve söylenmeye başladım, "Aman Namjoon hyung. Ne birisi olacak. Bir şeyler oldu işte. Niye biri olmak zorunda ki. Sinir ettin beni ya." Birde kahkaha atıyor, hale bak ya. Cıkladım ve ona bakmaya devam ettim. Gülmesi kısa sürmüştü.
"Dinliyorum seni Taehyung."
Ona o günü anlattım. O çocuğu sokağın ortasında dikilirken bulduğum günü. Gözlerinin yaşarmasını, hemen hemen her şeyi anlatmıştım. "Peki sonra ne oldu? Onunla sadece kahve içmediniz diye düşünüyorum. Çocuk konuşmakta zorlanıyor, belki asosyal olabilir, belki de kekeme. Kafanı karıştıran ne?"
"Tam da oraya geliyordum hyung," bu sefer ellerime baktım ama hangi moda girdiğimi anlayamadan yüzümde ufak bir tebessüm peydahlanmıştı, "onunla kahve içtik. Bir şey istemek için kullanmadı verdiğim defteri. Teşekkür etmek için kullandı, nasıl olduğumu sormak için kullandı, özür dilemek için kullandı... Gitmek zorunda olduğunu yazdı. Arada konuştu tabii ama uzun cümleler değildi bunlar. Kekeme olmadığına eminim fakat konuşmakla arası pek iyi değil."
"Saf kalpli bir çocuk olsa gerek. Birinin ilgini bu denli çekmesi beni şaşırttı doğrusu. Halbuki çok insanla tanıştın şimdiye kadar." dikkatle dinliyor ve arada düşüncelerini de ekliyordu. Doğrusu ben de sebebini bilmiyordum. Belki de utanışıydı beni kendine çeken.
"Ben galiba onun utanmasına, bakışlarına çekildim hyung." Kendi kendime kıkırdarken bana keçileri kaçırmışım gibi bakıyordu. Haklı sayılırdı ama komikti işte. Sevimliydi falan. "Iyice örtüye sarınmıştı fakat örtü bir uzun olduğu için kalkınca takılıp düştü. Doğrusu çok endişelendim. Onun kalkmasına yardım edip gözlüklerini düzelttim. Çok gergin gözüküyordu. Gözleri öyle iri iriydi ki..." iç çektim ve gülümsedim "tavşanı andırıyordu. Bakışlarına işte burada çekildim. Sonra ilk defa duydum sesini. Ilk defa diyemezdim ama ilk defa bu kadar net ve kendinden emindi. Tapılası gözüküyorsun dedi uzun uzun baktıktan sonra. Şaşkınlığımı engelleyemedim. Saniyeler içinde ellerimden kuş gibi uçmuşken buldum onu. Koşup gitmişti." dalgın dalgın baktığım masadan gözlerimi hyunguma çevirdim. Şok olmuş gibi gözüküyordu. Sonra kıkırdadı.
"Çocukta anında deprem etkisi yaşatmışsın be Taehyung. Kim bilir nasıl utanmıştır."
Nasıl utandığını çok iyi biliyorum. Ezberime girdi aniden. "Sence geri gelir mi hyung?" bir süre düşündü. Sonra gözlüğünü düzeltti.
"Senden aldığı bir şey var. Bence onu geri vermezse içi rahat etmez. Dikkatli ol Tae, o her an buralarda olabilir," duraksadı ve etrafa bakındı "ayrıca kapat şu melankolik şarkıyı, nesin sen depresyona giren liseli bir ergen?"
Laf etmezsen ne olurdu sanki be. Uyuz. "Sigara içip geleceğim. Ayrıca, melankoliksem sana ne be."
Onu dinlemeden arka kapıya ilerledim ve aralık bırakarak sigara içmeye başladım. Kimse beni göremezdi fakat ben gelenleri görebiliyordum. Siyahlar içerisinde bir çocuk ilişti gözüme. Git gide buraya geliyordu. Arkadan hırsız gibi gireceğini düşündüğümden sigaramı söndürdüm ve saldırı pozisyonumu aldım. Fakat o bir çantayı bırakmıştı. Uzun uzun bakışmıştı çantayla.
"Lanet olsun o-ona daha fazla rezil olmak istemiyorum..!" kendi kendine söylenmiş ve oradan uzaklaşmıştı. Namjoon hyung haklıydı. Cidden geri gelmişti. Dediklerine kısıkca güldüm ve kapıyı yavaşça araladım. Onun benden ilerideki dönük sırtına bakıyordum.
"Ah seni saf çocuk..."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Blue Café | Taekook
Fanfiction'Dünyam kırılmış hayallerin izler bıraktığı kilometrelerce yoldan ibaret... ... Seninle Blue Café'de buluşacağım.' Chris Rea- The Blue Café