İkinci dönemin ilk günü. Gökyüzü açık fakat soğuk hava iğne gibi. Kazan dairesinde problem varmış bu yüzden okulun içi dışarıdan daha soğuk. Kazan dairesinde sorun falan yok, herkes bunun farkında. Okul aile birliği çalışmıyor. Öğrencilerin nefesleriyle sınıfların ısınmasını bekliyorlar.
Sol bacağımı durmaksızın sallıyorum. Çenem kaskatı, ellerim montumun ceplerinde. Dersin sonuna kadar bedenimin gevşeyeceğini biliyorum. Ancak bunu bilmek beni rahatlatmıyor. Sabahın köründe sinirlerim yeterince tepemdeyken bir de titriyor olmak sağa sola kafa atma isteğimi körüklüyor çünkü.
"Oi, Akutagawa."
Önümde oturan Aku'nun kulağına fısıldarken ayağımla sırasını dürtüyorum. Birkaç hamleden sonra ayağım kalçasına denk geliyor ve bedeni kasılıyor. İşte bu sinsice sırıtmam için yeterli bir etken.
"Ne var?"
Tersleyişi daha da keyiflenmeme neden oluyor. Zifir siyah saçlarını eldivenli parmaklarıma dolayıp oynamaya başlıyorum. Bunun onu deli ettiğini bile bile. Ancak anladığım kadarıyla bana karşılık verebilecek bir durumda değil. Hoş, normal bir zamanda da benimle boy ölçüşemez zaten.
"İlk arada arka bahçede koşu yarışı yapıyoruz. Kaybeden öğle yemeğini ısmarlar."
İlk düşüncem ısınmaktı. Fakat birkaç dakika önce üstümde beş kuruşun olmadığını hatırladım. Ayrıca Aku'nun beni fiziksel hiçbir aktivitede alt edemeyeceğini biliyorum. Daha yarım tur atmadan nefes nefese kalacak ve öksürmeye başlayacak. Zararlı alışkanlıklar zararlıdır. Tabi bunu fırsata dönüştürmesini bilmeyenlere.
"Adil oynamıyorsun Nakahara. Seninle hiçbir yarışa girilmeyeceğini yıllar önce öğrendim."
Edebiyatçı Kunikida'nın gözleri üstümüzde dolaşınca bir süre cevap veremiyorum. Gözlüğünü düzeltip tuvalete giderken bile yanında taşıdığı defterinden Hugo kesitleri okumaya devam ettiğinde ben de Aku'nun kalçasını dürtmeye geri dönüyorum.
"O zaman su şişesi çevirmece. Kaybeden yarının öğle yemeğini de ısmarlar."
Meteliksiz olma nedenim cüzdanımı evde unutmam falan değil. Yarı zamanlı çalıştığım işten paramı hala alamamış olmam. Ayın sonu sorunsalı yani. Normalde harcamalarıma dikkat ederim. Fakat sikik bir parti organizatörünün aklımı çelmesiyle odama kırmızı ışıklandırmanın çok fazla yakışacağına kanaat getirip kazandığım paranın çeyreğini buna yatırdım. Yani sonuç olarak karnım açlıktan gurulduyor ama oldukça fantezik duran kırmızı mı kırmızı bir odam var. Pişman değilim.
Ve Akutagawa babadan zengin bir emo. Hatta o kadar emo ki babasını da parasını da reddedip kendi gibi emolarla birlikte yaşamaya başladı. Her ay hesabına yatan yüklü miktarda paranın ise kendisine Buddha tarafından gönderildiğine falan inanıyor. Asla baba parası yemez. Asla. Ben de ona Buddha parası yemesinde yardımcı oluyorum sadece. İyilik yapıyorum yani.
"Amacın birini yenip egonu tatmin etmek mi yoksa beleş yemek mi, Chuuya?"
Eldivenimi çıkarıp soğuk elimi gömleğinin altına giydiği siyah tişörtün içine sokuyorum. İrkiliyor ve refleksle sırasını itiyor. En arkalarda olmamıza rağmen dersin başından beri kazan gibi kaynadığımızın farkında olan Edebiyatçı Kunikida'nın da sabrı böylece taşmış oluyor.
Ve bu, dostlarım. İşte bu sıçtığımızın resmidir.
Kunikida'nın uzun bacaklarıyla attığı adımlar yanımızda bitene kadar Akutagawa bildiği tüm küfürleri mırıldanıyor. Başta son duasını falan ettiğini sandım fakat herif bildiğin küfür sayıyormuş. Cehennemdeki yerini garantiliyor yani. Fakat kadim dostum Aku, reenkarnasyona inananlardan ve öldükten sonra yılana dönüşeceğinden tüm varlığıyla emin. Dibimizde ölüm tanrısı gibi dikilen Doppo bozuntusu yüzünden de yılan hikayesinin çok kısa bir zamanda başlayacağını düşünüyorum.