5 - bor

948 109 119
                                    

Akutagawa ve yoldaşlarının kaldığı eve tımarhane deme sebebim sağlam nedenlere dayanıyor aslında. Daha önce de bahsettiğim gibi, eve girdiğiniz anda ayaklarınızın altında dolanan kıl yumağı bir rakunla karşılaşıyorsunuz. Kendilerinin adı Karl ve evdeki herkesten daha fazla hürmet görüyorlar.

Evde yaşayanların her biri ayrı kafalarda olsa bile ortak bir minimal yaşam anlayışları var. Hatta öyle bir anlayış ki eve mobilya namına bir şey almamışlar. Futonlarda yatıp kotatsu altında günlerini geçirmeyi tercih ediyorlar. Ama söylemeden geçemeyeceğim, bu anlayış Karl için geçerli değil. Kendilerinin üç katlı bir yuvası var. Poe'ya bunun gerçekten gerekli olup olmadığını sorduğumda ise zar zor çıkan sesiyle aynen şunu demişti, "Karl-sama uyurken her katı geziyor."

O günden beri Poe ile olan mesafemi koruyorum.

Bir de ouija tahtaları var ki ev halkının en büyük zevklerinden biri sıkıldıkça ruhlarla uğraşmak. Lovecraft'ın el emeği dövme makinesiyle kafaları estikçe kendilerine dövme yapmalarını saymıyorum bile.

Ama benim favorim piercing tabancası.

Okuldan çıkar çıkmaz soluğu Aku ve yandaşlarının tımarhanesinde alıyorum. Çünkü bizim emoyu dışarı çıkartabilmeniz için gerçekten olağanüstü bir şey olması gerekiyor. Tam bir ev kuşu yani. Böyle söyleyince sevimli bir şey gibi geliyor kulağa ama yemin ederim ki sevimliliğin kıyısından bile geçmez. Eline geçen her türlü teknolojik aletin başında kıçını bir milim bile oynatmadan karıştırdığı pislikleri de yine en iyi ben biliyorum çünkü. Şimdi yine odasında kıçını bir milim bile oynatmadan bu kez benimle eğleniyor.

Benim de bu eve yeniden gelme nedenim tam da bu zaten. Eğlenmek. Ama kendi yöntemlerimle.

Evdekiler de az buçuk tanıyor beni. Kolay kolay buraya gelmeyeceğimi, geldiysem de Aku'nun canına okuyacağımı biliyorlar. Ve onlarla ilgili hoşuma giden belki de tek şey hepsinin kana susamış manyaklar olması.

Bağıra çağıra içeri girmemle ilk ayaklanan Poe oluyor. Kıymetli Karl-sama'sının psikolojisi bozulmasın diye kendi odasına kapatacak çünkü. Lovecraft kuruladığı bardağı bırakıp mutfak önlüğünü çıkarıyor. Lucy ise altına girdiği kotatsudan çıkıp "Ben en iyisi tabancayı getireyim," diyerek banyoya gidiyor.

"Ben geldim Akutagawa! Hoşgeldin yok mu?"

Sırıtışım yüzümde açıyor. Şiddet içeren her türlü düşünceme karşı vücudumun geliştirmiş olduğu bir mekanizma bu. Sırıtmak.

Fazla oyalanmayıp Aku'nun kapısını tekmeleyerek içeri girerken onu cama çıkmış ve atlamaya hazır halde buluyorum. Daha önce kaşılaştığımız bir manzara bu. Ardımdan içeri giren Lovecraft ve Poe onu kollarından tutup camdan indiriyor ve futonunun üstüne yüzüstü yatırıyorlar.

İşte ben de bundan bahsediyorum. Tamamen çıldırmış bu adamlar ve kesinlikle bu hallerine bayılıyorum.

"Buddha belamı versin ki bir daha sana bulaşmayacağım. Chuuya çocuklarımızı seviyorsan acırsın bana."

"Çocuklarımız Buddha'ya emanet yavrum. Bugün seni kimse kurtaramayacak."

Yüzündeki ağlak ifadeyle kollarını Poe ve Lovecraft'tan kurtarmaya çalışıyor. Boşuna olduğunu bile bile. Aku'nun anlamadığım özelliklerinden biri bu. Sonucun böyle olacağını bildiği halde her seferinde bana bulaşıyor. Bazen kafadan kırık bir mazoşist olduğunu düşünüyorum.

"Al patron."

Lucy odaya girip elindeki tabancayı bana uzatıyor. Ardından o da Akutagawa'nın başına çöküp olacakları izlemek için en ön sıraya yerleşiyor. Diyorum ama ben kana susamışlar diye.

pandomim - soukokuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin