Andery Toronto - Мама Прости
-
Bazen dünya yansa sikimde olmayacakmış gibi hissediyorum. Hatta içten içe aslımın bundan çok da farklı olmadığını biliyorum. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafası yani. Sapıma kadar, bencillikse bencillik, sorumsuzluksa sorumsuzluk.
Sokaklarda bilinçsizce sürtüp kafasını ottan boktan kaldıramayacak veletlere ait olabilecekleri bir yer ve amaç vermek, benim gibi birinin yapacağı bir şey olmamalıydı mesela. Yaşadığım şehirle bu kadar kafayı bozup aynasızlar gibi ne haltlar döndüğüne kafayı takmamalıydım arka sokaklarında. Evden gidip de uzun süre dönüş yolunu bulamayan annemin gidişlerine de bu kadar içerlememeliydim. Sıkıntıdan, düşünmekten, düşünmekten ve kafaya takmaktan uykusuz da kalmamalıydım geceleri.
Ama işte, buradayım. Dünyayı zerre sikine takmayan bir lise son sınıf öğrencisiyim özümde. Ama kızıllığım kanıma işlemiş. Bu kitabın kapağını kapatıp da defolup gidemiyorum. Geçmişim göremediğim çizgiyi. Şimdi dönsem başladığım yere, başka biri olacağım dışarıdakilere göre.
Böyle işin çarkına sıçayım.
"Kaşlarını çatma. Bu gidişle erken yaşlanacaksın Chuu."
Akutagawa dağılmış yüzümü toplamaya çalışıyor. Onların evdeki banyodayız, çamaşır makinesinin üstünde oturuyorum.
"Yaşlı hissediyorum."
Kaşımı temizlemeye çalışan eli duraksıyor.
"Yüzünde bu ifadeyi görmeyeli uzun zaman oldu, cidden. Neyin hesabını görmeye çalışıyorsun kendinle bu kez?"
Kafama çok darbe aldım da mı şaşırdım yürümem gereken yolu yoksa Dazai'ın söylediği son sözler mi çarptı, bilmiyorum. Ateşten yanan ateşe doymazmış. Yandığımızı ve yanacağımızı bile bile bu çukuru büyütmemizin nedeni bu mu yani, doymayışımız mı?
"Oi, söylesene Aku. Neden benimle geldin?"
Yüzüne anaç bir ifade yerleşiyor. Bazen, sadece bunun gibi zamanlar, Akutagawa'nın bana nazaran çok daha olgun bir iç dünyası olduğunu düşünüyorum. Bazı sonuçlara ulaşmış, doymuş, benimsemiş ve değiştirme şansımızın olmadığı bazı şeyleri de kabullenmiş. Ayakları yere daha sağlam basıyor aslında. Nedenlerini biliyor, farkında. Bu yüzden tereddüt etmiyor.
Benim ise dinmek bilmeyen bir çatışmam var kendimle. Kabullenebildiğim tek şey bu. Nasıl dindireceğimi, hatta diner mi, onu bile bilmiyorum daha.
"Çünkü doğru bir şeyler yapacağımızı düşündüm Chuuya. Hala öyle düşünüyorum. Başta sokaklara alışık bir avuç çocuktuk sadece. Sonra büyüdük. Herkes birbirini ailesi gibi görüyor ve bu güne kadar gelmemizin en büyük etkisi de senin ele avuca sığmaz haşereliğin."
İstemsiz sırıtıyorum. Dudağımdaki yara sızlıyor.
İfadem kırılıyor yine.
"Ya aslında ele avuca sığmaz bir haşere değil de sefil bir sokak köpeğiysem sadece?"
Derin bir iç çekip lavabonun etrafına dağılmış ilk yardım malzemelerini toplamaya başlıyor. Aku'yla bu tarz bir diyalog içine girmeyeli hayli zaman geçti. Ama onun da böyle bir şeyin gelişini bir süredir beklediğini biliyorum.
"Fyodor'u görecek olman mı yaptığımız şeyleri sorgulamana neden oldu yine," bir süre durduktan sonra devam ediyor. "Yoksa Dazai'ın dağıttığı sadece yüzün değil mi?"
Cevabını bilmediğimden susuyorum. Oturma odasına geçiyoruz. Eve dönerken Aku'nun bana aldığı super kids karışık capri-sunı açıyorum. Televizyonda yine doraemon var.