Calum Hood ile temsilli olarak tanışmamdan tam olarak yirmi altı saat öncesiydi.
Son sınıfın başlamasının üzerinden yaklaşık olarak bir buçuk ay geçmiş, yeni döneme geçmenin heyecanı zorlanmaya başlayan dersler arasında kaybolup gitmişti. Yazın terleten son sıcak günleri yerini kasvetli ve yağmurlu havasıyla sonbahara bırakmıştı. Üç senelik lise hayatım boyunca artık klasikleşmiş, sıradanlığına alışmış olduğum her zamanki günlerden biriydi. Öğle arası zilinin çalmasıyla sınıftan çıkarak dolabıma yürümüş, geometri kitabımı dolabıma yerleştirdikten sonra yemekhaneye doğru ilerleyen grubun peşine takılmıştım.
Kalabalık büfede, okulumuzun aşçısı, Agnes'in patates püresine benzeyen lapayı tabağıma doldurmasını izlerken yüzümü ekşitmemek için kendimi zor tutuyordum. Her zamanki yerimize oturmuş kitap okuyan Lola'nın karşısına geçip tabağımı sertçe masaya bıraktığımda kafasını okuduğu sayfadan kaldırıp bana baktı. Kendimi rahatsız tahta sandalyeye bırakıp söylenmeye başladım:
''Bu yemekler günden güne daha da mı kötüleşiyor yoksa aklım bana oyun mu oynuyor?'' Kaşığımı alıp patates püresini karıştırırken kaşlarımı çattım. ''Mesela bunun gerçekten yenilebilir olduğundan pek emin değilim. Sence Agnes bunu süs olsun diye mi koymuştur?''
Lola kıkırdayarak elindeki kitabı kapayıp masaya koydu. Jane Austen'in Emma'sını okuyordu. ''İşte bu yüzden yiyeceklerimi hep evden getiriyorum. Yemekhane yiyecekleri yüzünden zehirlenip ölmektense cinayete kurban gitmeyi tercih ederim.''
''Mmm,'' Tabağımda yenilebilir gözüken tek şey olan elmaya uzanırken güldüm. ''Cidden karanlık bir beynin var Lola Woods.''
Lola bakır rengi, dalgalı saçlarını geriye atarken bileğinde ki gümüş bileklik şıngırdayınca gözlerim kendi bileğimdeki bilekliğe takıldı. Ondakinin birebir aynısıydı, geçen sene ki doğum günümde bana hediye etmiş, aynısından kendine de almıştı ve bir gün olsun çıkarmadan takıyorduk. Kendimi bildim bileli en yakın arkadaşım, daha doğrusu tek arkadaşımdı. İnsanlarla arkadaşlık kurma konusunda pek iyi olduğum söylenemezdi, çoğu kişi beni soğuk ve mesafeli, hatta, Lola aksini iddia etse bile, itici bulurlardı.
Bu durumu garipsemiyordum; hem insanlara karşı önyargılı olmamdan ötürü ilk izlenimlerde pek iyi değildim, hem de bu durumu önemsemiyordum. Kendimi bildim bileli yalnızlıktan hoşlanırdım, üstelik Lola'nın arkadaşlığı bana yetiyordu. O, bana göre çok daha sosyal biriydi, popüler sayılmazdı ama herkes onu tanır ve severdi. Sürekli arkadaş ortamlarına davet edilirken o, benle takılmayı tercih ederdi ve bunu garip bulurdum. Kişiliğimiz, hatta dış görünüşlerimiz temelde çok farklı da olsa birbirimizi iyi tamamlardık. Ben onun her tanıştığı erkekte duygularına kapılıp oradan oraya savrulmasına engel olan akılcı tarafıyken o da eve kapanmama izin vermeyen beni partilere ve festivallere götürmeye çalışan, hayatıma neşe katan duygusal tarafımdı. Seks hariç, evli bir çiftten farkımız yoktu.
Lola'nın kitabını homurdanarak tekrar eline almasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. ''Son otuz sayfam kaldı, son derse kadar bitirip detayları kopya yazmam lazım. Kitap sınavlarından düşük almaktan nefret ediyorum. Bu kitabı bir milyon kez okuduğun ve muhtemelen ezberlediğin için senden de nefret ediyorum, Mia.''
Elmamdan bir ısırık alırken omuz silktim. Jane Austen'ı severdim. ''Susan bu kitaptan test yapacağını okulun ilk haftası söyledi ve koca bir ay boyunca sana kitabı hatırlattım ama illa sınava iki gün kala okuman gerekiyordu.''
''Baskı altında ezberim daha kuvvetli oluyor demek ki. Üstelik, inanılmaz hayal kırıklığı yaşıyorum! Tüm kitap boyunca Emma ve Frank'i desteklemiştim! Knightley ile Emma'yı düşünemiyorum yan yana...''
Ona şaşkınca baktım. ''Dalga mı geçiyorsun? Frank oyunbazın teki, üstelik Emma tüm kitap boyunca Knightley'e olan hayranlığından bahsedip duruyordu. Ona karşı bir şeyler hissettiği en başından belliydi.''
Lola gözlerini devirdi, her zaman nerede imkansız kişiler varsa onları yakıştırıp dururdu. Söylediklerime karşı çıkmak için ağzını açar açmaz bir saniye geçmişti ki hızla kapadı, gözleri arkama kaymıştı. Ayak sesleri hızlanıp yanıma oturunca başımı sağıma çevirdim, gelen kişi Michael Clifford'dan bir başkası değildi. Yanımda oturuyor oluşuna şaşırarak ''Bir şey mi oldu?'' diye sorduğumda, ''Sana da merhaba Mia.'' diyerek gözlerini devirdi. ''Lola.'' Michael, Lola'ya başıyla selam verdikten sonra aceleci hareketlerle çantasına dönüp içini karıştırmaya başladı.
Turuncuya boyadığı saçları akmış, yerini kirli bir sarı rengine bırakmıştı. ''Nereye koydum bunu ben,'' diye söylenerek çantasının içindekilere iyice gömüldü. Michael için okulun popüler çocuklarından biri diyebilirdik ve bu tanınmışlığının sebebi aşırı zengin oluşu ya da futbol takımında oynamasından ötürü değildi. Okul hayatında fazlasıyla aktifti; resim, müzik, tiyatro gibi bütün okul kulüplerinde yer alırdı. Renkli saçları, iyi notları, kibar ve sanatçı kişiliği ile okulun altın çocuğuydu. İkimizinde üyesi olduğu kitap kulübü haricinde ortak aldığımız bir tane bile ders yoktu, arada Lola'nın yanında görürdüm onu. Normalde hiç doğru düzgün konuşmadığımızı düşünürsek yanımıza oturup doğrudan benimle konuşması garipti. Dönüp Lola'ya, kafam karışmış bir şekilde baktım. Omuz silkip kitapta kaldığı yere geri döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nothing compares to you | hood
Fanfictiongerçeklikten kaçmak için bütün zamanımı harcadım bu kalabalık yerde farklı farklı kızların düşüncelerimi dağıtmasına izin verdim seni düşünmemek için doğru sözcükleri bulmaya çalışırken bahanelerimle yüzleştim seni yakınımda tutmaya çalışırken git...