first impression and interaction

17 3 0
                                    




Ertesi gün, son ders zilinin çalmasına yarım saat kala, konferans salonuna doğru yürüyordum. Bugün son iki dersim boş olduğu için, dün uyuya kaldığımdan ötürü bakamadığım tiyatro notlarına bakacak zamanım olmuştu. Şimdi de, herkes okuldan erken çıktığı için, kalan yarım saatimi konferans salonunda çocukların gelmesini beklerken alıştırma yaparak geçirebileceğimi düşünmüştüm.

Nitekim, içeri girdiğimde salon beklediğimin aksine boş değildi. Calum ve Michael çoktan gelmişler, sahneye arka planda kullanılacak eşyaları taşıyorlardı. Bir kerede dilediğim bir şey olsa dünyanın sonu falan gelirdi herhalde. Hayal kırıklığıyla çantamı koltuklardan birine bırakıp yanlarına doğru ilerledim. Benim geldiğimi görünce sahneden inen Michael gülümsedi. ''Bakın kim erkenden gelmiş?'' Sırıtarak Calum'a yerde ki su şişelerinden birini fırlattı ve elinin tersiyle alnında birikmiş terleri sildi.

''Güya çok isteksiz olsa da herkesten önce gelen bizim huysuz prenses değil mi bu?'' Michael, büyük ihtimalle dün boyadığı açık pembe saçları ve imalı konuşmalarıyla oldukça sevimli göründüğünden söylediklerine alınamadım bile.

Gülerek başımla saçlarına işaret ettim, ''Pamuk şekere benzemişsin.'' Michael'in gülümsemesi daha da büyüdü, kendini beğenmiş bir şekilde ellerini saçlarına götürerek ''Çok yakıştı değil mi bu renk bana?'' dedi.

Gülmemeye çalışarak monoton bir şekilde konuştum: '' Pamuk şekerden nefret ederim.''

Sahnede ayakta su içen Calum, şişesini indirip güldüğünde Michael gözlerini devirdi ve beni sahneye çıkan basamaklara doğru itti, bir yandan da sahte bir kızgınlıkla söyleniyordu. ''Bilmiş bilmiş konuşabiliyorsan, sahneyi düzenlemede benim yerime Calum'a da yardım edebilirsin herhalde. Hadi bakayım, marş marş. Kalpsiz kız seni.''

Michael dönüp kendini jüri masalarına benzeyen beyaz masanın arkasındaki tekli koltuğa attı ve telefonuyla oynamaya başladı. Resmen işini bana kakalamak için bahane aramıştı! Oysa onlara şöyle bir selam verip arka koltuklardan birine geçmeyi ve onları görmezden gelmeyi planlıyordum.

Calum umursamaz bir sesle, '' Yardım edecek misin, yoksa İsa'nın önünde belirip işleri onun halletmesini mi bekliyorsun?'' dediğinde ona döndüm. Ben orada asalak gibi dirilirken o, ormana benzemesi için çizilmiş ağaçlardan oluşan kartonun bir ucunu tutuyor ve bana beklentiyle bakıyordu.

İğnelemesini görmezden gelerek yanına yaklaştım ve görüntüsünün aksine oldukça ağır ve yüksek olan kartonun diğer ucundan tuttum. Dekoru sahnenin en arkasına taşıdıktan sonra yerlere kar yağmış illüzyonu veren kocaman halıyı da sahnenin boydan boyuna serdik. Bunları yaparken ikimizde konuşmamıştık ve bu durumdan memnundum. Geriye yere yerleştirilecek taşlar ve beyaza boyanmış sahte bitkiler kalıyordu. Taşlardan birine ilerlerken Calum sessizliğini bozdu, ''Onu ben alırım.'' dedi yanıma yaklaşırken.

Sahneye geldiğimden beri yapılabilecek en kolay işleri bana yaptırması gözümden kaçmamış ve beni sinirlendirmişti. Hiçbir işi beceremeyecek çıtkırıldımın teki değildim sonuçta, bende bir şeyleri halledebilirdim. Gözlerimi devirerek yerdeki taşı bir anda kaldırdığımda tüm kolum aniden gerildi ve aynı hızla taşı bıraktığımda, sahneye ''pat'' sesiyle geri düştü. Her şeyin plastik ve sahte olduğu dekorların içinde taşların gerçek ve beş kilo olduğunu kim tahmin edebilirdi ki?

Refleksle taşı almaya geri uzanırken Calum'da eğilmişti ki, az daha kafalarımız çarpışıyordu. Beni kollarımdan tutarak geriye çekti. Ayağa kalktığımızda, büyük ellerinin çıplak koluma dokunmasıyla ikimizi de statik bir elektrik çarptı ve anında ellerini üzerimden çekti. Tekrar eğilip yerdeki taşı sanki pamuk kadar hafifmiş gibi kaldırdı ve az ileriye bıraktı.

nothing compares to you | hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin