III

13 0 0
                                    

Rüyadaydım.

Sapsarı açmış papatya tarlalarının içinden geçerek koşuyordum.

Bahar gelmişti.

Daldan dala konarak uçan kelebeği gözüme kestirmiştim, onu yakalamak için peşinden koşuyordum. Kelebek bazen papatyalara konuyordu, bense tam papatyalara uzanıp kelebeği alacakken papatya birden uzaklaştırıyordu beni. Önce elimi döver gibi yapraklarını elimden yana kaldırıp vuruyor, daha sonra da yapraklarını korur gibi kelebeği içine hapsedecek şekilde üstüne kapatıyordu. Tüm papatyalar kovuyordu beni, istemiyorlardı kelebeği yakalamamı. Her reddedilişimde ise kelebek sanki arkasını dönüyor, alay edermiş gibi bakıyordu bana. İşte o anki acımdan, hayal kırıklığımdan ve üzüntümden payını gözlerim ve omuzlarım alıyordu. Omuzlarım bir çiçekten reddedilişimden sonra diğer bir çiçeğe koşarken daha da alçalıyordu, gözlerim ise daha fazla yaş üretiyordu. Kaçıncı kere bilmiyorum, kelebek bir çiçeğe daha kondu. Ellerim gitmedi bu sefer çiçeğe. Öylece alt dudağımı kemirip ağlaya ağlaya bakıyordum çiçeğe ve üstündeki kelebeğe. Birden rüyam gerçeğe dönüşüverdi, ben gerçek dünyaya döndüm.

Etrafıma baktım, bahar filan gelmemişti. Üşüyordum, kış ayındaydık. Etrafında koştuğum sarı papatyalar, kelebekler filan da yoktu. Kelebek kaç zamandır aradığım iş; sarı papatyalar ise sayamadığım kadar kapısından reddedildiğim dükkanlardı. Babamla oyunlardan kazandığımız para suyunu neredeyse çekmişti. Üstelik babama bir daha oyun filan yok diyerek resti de çekmiştim ancak bir yerlerden para da bulmam gerekiyordu. İki haftadır kapı kapı gezmediğim iş ilanı kalmamıştı, bulaşıkçılıktan garsonluğa hatta ehliyetim olmamasına rağmen vale olmaya bile başvurmuştum. Ancak hayatım sanki içinde "Beni beğeneni ben beğenmem, benim beğendiğim ise beni beğenmez." sözleri geçen bir İsmail Yk şarkısı içerisinde sıkışıp kalmıştı. İstediğim işlerden deneyimli olmadığım gerekçesiyle geri çevriliyordum, beni işe almak isteyenleri ise gözüm hiç tutmamıştı. En sonunda da bir kafenin kapısının önünde durup öylece ağlamaklı bakıyordum. Babam haklı mıydı acaba, gerçekten yapabileceğim tek iş o muydu?

Ona karşı çıktıktan sonra iki hafta geçmişti, bu süreç içerisinde de babam boş durmamış, her fırsatta beni ikna etmek için bana dil döküp durmuştu. Ben de her seferinde onu reddediyordum ancak kararlılığımı kesin bir şekilde anlaması için başka bir iş de bulmam gerekiyordu. Kendi paramı hakkımla kazanıp babama başarabildiğimi göstermeliydim. Ne yazık ki şu an şans kelebeği benden yana değildi.

Omzuma dokunan bir elle irkildim. "Hey, ne dikiliyorsun burada?"

Arkamı döndüğümde kısa boylu, zayıf bir kızın bana merakla baktığını gördüm. Bembeyaz teniyle simsiyah saçları yüzünde bir tezatlık oluşturuyordu. Sadece üzerindeki simsiyah "Ben rockçıyım." diye bağıran kıyafetlerden dikkatimi çekmemişti bu kız. Burnunda, kaşında ve çenesinde yer alan piercingleri ve kollarını kaplayan dövmeleri de gözlerimi alıyordu. Önünde durduğum kafede çalışan biri olmalıydı, göğsünde kafenin amblemini taşıyordu.

"Aloo! Sana diyorum, hay Allah'ım çattık!" diyerek burada mıyım diye bir elini gözlerimin önünde aşağı yukarı salladı. Ağzı açık ayran budalası gibi ona baktığımın farkındaydım bu yüzden kendimi toparladım.

"Şey... Pardon. Çalıştığınız kafede eleman ihtiyacınız var mı, ben iş arıyordum da." Böyle söyleyince de şimdi ben onun dikkatini çekmiştim. Kız gözlerini kısarak beni baştan aşağıya süzmüştü. Bir şeyleri kafasında tartar gibi ellerini saçlarına götürüp kaşıdı.

"Asena! Ne yapıyorsun orada? Gelip bana yardım etmeye niyetin var mı acaba?" Kafeden garson olduğunu tahmin ettiğim başka bir kız seslenmişti rockçı kıza. İçerisi oldukça kalabalık olmalıydı, garsonlar bir oraya bir buraya koşuşturup duruyordu.

Para MeselesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin