i'm just thinking out loud

568 78 46
                                    

yuta'nın takım arkadaşlarının kalp kıran fikirlerinin aksine benim de vardı arkadaşlarım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


yuta'nın takım arkadaşlarının kalp kıran fikirlerinin aksine benim de vardı arkadaşlarım.

arkadaşım ya da çevremde bulunan birkaç kişi demeliyim belki de. üçüncü sınıfta karpuz hayatıma pat diye girince apar topar çıktılar sanki. belki de ben çıkarttım, bilemiyorum.

ben bazen kendimi çok önemsiz hissettim, birlikte oturup konuşurken sözüm kesildi ama kimse ne diyordun demedi, üç kere başladığım cümleye devam etmeme izin verilmedi ya da ben devam ettim ama kimse dinlemedi, attığım mesajlar okunmadı ya da belki okundu ama cevap vermek için geç kalınmıştı. herkes beni dinlesin diye araladığım dudaklarımı bir daha açmamak üzere kapattım böylece, bir daha yanlarına gitmedim.

ben bazen ağzımı açtım ama sonra neyse dedim kapattım, bazen kendime söz verdim. bazen kendime söz verdim, iyi yerlere geleceğim ve o zaman insanlar beni dinlemesi gerektiğini görecek dedim ama sonra vazgeçtim, onlar dinlemese de olur dedim.

ben bazen savaşmak istedim ama sonra yine vazgeçtim çünkü artık gücüm olmadığını fark ettim. 

insanın zaman geçtikçe gücü bitiyor, nedendir bilmem.

ben çok üzüldüm, kendimi de üzdüm. hiçbir yere alışamadım, bu mahalle hariç, ve hiçbir sokakta yürüyemedim bir aşağı bir yukarı, bu sokak hariç.

bir aşağı bir yukarı yürüyorum yine, kafede işim bitmiş, koemi abla kapının yanında kocaman yastığın üstünde yatan karpuz'u seviyor ben çıkmadan önce ve gülümsüyor bana. gülümsemesi rahatlatıyor beni sebepsizce, karpuz hop diye kalkıyor yerinden. "yuta mı aldı?" diye soruyor koemi abla, yüzünde hınzır bir gülüş var çenesiyle yastığı işaret ederken. yalnızca başımı sallıyorum çünkü konuşursam yüzüm kızarır, koemi abla da beni bulduğu her yerde sıkıştırır.

koemi abla üstelemiyor, ben de çıkıyorum kafeden karpuz da yanımda. eve giden sokakta bir aşağı bir yukarı yürürken rüzgar esmeye başlıyor ve onu görüyorum, siyah saçlı fırtınayı. sahaya çıkan yokuştan aşağı iniyor saz arkadaşlarıyla ve onlara el sallayıp bana doğru dönüyor, göz göze geliyoruz. rüzgar niyeyse çok dramatik esiyor, yuta bize doğru adım attıkça rüzgar saçlarımı gözümün önüne getiriyor.

ama bu dramatik an bozuluyor, karpuz hoplaya zıplaya yuta'ya doğru koşuyor ve sevdiriyor kendini. yuta da yere eğiliyor ve sarılıyor karpuz'a.

yuta da karpuz'a aşık olmuş.

"deniz kenarına gidelim mi?" diye soruyor yuta. karpuz ben cevap vermeden yine hoplaya zıplaya deniz kenarına gidiyor, yuta da peşinde. dramatik esen rüzgar görüş açıma giren denizi dalgalandırıyor, benim de hayatım böyle sanırım diye düşünüyorum dalgakıranlara hızla çarpan dalgaları gördükçe. 

benim de hayatım böyle sanırım, hafiften bir rüzgar esse ben de dalgalanıyorum ama duruluyorum hemen, henüz on beş yaşındayken dinlediğim bir şarkıdaki gibi duruluyorum ama arkasından koşmuyorum kimsenin çünkü dediğim gibi insanın gücü kalmıyor yaşı ilerledikçe. 

yuta açık kırmızı şemsiyenin en ucuna doğru oturuyor, ben de tam altına geçiyorum, karpuz sahildeki tek tük kalan insanlara kendini sevdirirken ben yuta'nın konuşmasını bekliyorum. beklediğimin aksine yuta konuşmayıp başlayan yağmuru izliyor, karpuz da şemsiyenin altına gelince tam olduk diye düşünüyorum. 

ekip tamamlandı. 

kendi kendime bu söylediğime neredeyse gülecekken yağan yağmurun yuta'nın açıkta kalan omzunu ıslattığını fark ediyorum, o da farkında ama bir şey demiyor, ben de bir aslan boyutundaki karpuz'u kucağıma alıp kenara kayıyorum. yuta yağmurdan daha fazla ıslanmasın diye. 

"çileklerin içinden böcek çıkıyormuş, gördün mü onu?" 

size kendime dair bahsetmediğim ve bahsetmekten de son derece utandığım bir şey varsa o da flört edemediğim. yaklaşık on beş gün önce beni pat diye öpen bu oğlanla asker arkadaşı gibi konuşamayacağıma göre flört etmem gerek diye düşünüyorum ama ben flört edemem. 

"ne?" diyor yuta. gülümsüyor biraz da, tam da istediğim gibi şemsiyenin tam altına doğru oturmuş, salgın bir hastalıkla boğuşuyormuşum gibi en uzağıma oturmamış yani. 

"boşver saçmaladım işte." 

"hayır söyle." yuta tüm vücudunu bana döndürüyor, yüzündeki gülümseme büyümüş. 

"internette gördüm," diyorum. "biri tuz döküyor çileklere. böcek çıkıyor sonra." 

yuta kocaman bir kahkaha patlatıyor, "ee, çilek yemeyi bırakacak mısın yani?" 

"ne münasebet!" diyorum, ani yükselişim onu daha da güldürüyor. "of sen konuş ya, ben konuşunca batırıyorum." yuta ciddileşiyor biraz, hatta boğazını temizliyor. "özür dilerim." diyor. "pat diye öpmemeliydim seni, o an kafam sahiden yerinde değildi." 

"pişman mısın?" diyorum dalgalı denize çeviriyorum gözlerimi. "hayır, sen?" tam o sırada büyük bir dalga geliyor, dalgakıranı da geçiyor ve son hız sahile ilerliyor. "hayır." diyorum. güçlü dalga hızını kaybederek bize doğru gelirken bu sefer ben dönüyorum yuta'ya ve yarın yokmuşçasına öpüyorum onu.

dalgakıranları da geçen güçlü dalgalar, şimdi şuan yaptığım şey tüm hayatımı kaydıracaksa sorumlusu siz ve çileklerden çıkan böceklerdir. 

çok mutlu oldum bu bölümü yazarken uf kkdjksdj

watermelon sugar ¦ nakamoto yutaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin