watermelon sugar

506 70 20
                                    

yürüdüğün onca yolu ellerin bomboş dönmek, yağmurda bir kapının açılmasını beklemek, bir türlü iyileşmeyen parmaklarına yara bandı sarmak, mikrodalgaya koyduğun bir bardak suyun içeride dönüşünü izlemek, bir anda ağzına attığın bademin acı çıkması...

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

yürüdüğün onca yolu ellerin bomboş dönmek, yağmurda bir kapının açılmasını beklemek, bir türlü iyileşmeyen parmaklarına yara bandı sarmak, mikrodalgaya koyduğun bir bardak suyun içeride dönüşünü izlemek, bir anda ağzına attığın bademin acı çıkması, durağa beş adım kala otobüsün duraktan ayrılması.

yuta birkaç gün önce yaptığımız film gecesinden sonra saatler sıfır iki on yediyi gösterirken bana kendini açtı. bir insanın ondan istemeden kendini açması belki de gelmiş geçmiş en iyi şeymiş, o an gelene kadar bilmiyordum.

yuta birkaç gün önce yaptığımız film gecesinden sonra saatler sıfır iki on yediyi gösterirken bana kendini açtı, sevdiği şeylerden bahsetti gülümserken. deniz kenarında yürümeyi seviyormuş. deniz kenarında yürümeyi, gülmeyi, çilek yemeyi, susmayı ve tekrar denemeyi. yuta tüm bunları sevdiğini söyledi ve bana şöyle dedi, teşekkür etmek nasıl senin kırmızı çizgin ise futbol da benim kırmızı çizgim.

saatler iki otuz dokuzu gösterirken laf dönüp dolaşıp onu gördüğüm ilk güne geldi. yuta benden özür diledi, öyle bir tepki vermemeliydim derken.

yuta iyi birisi bunu saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırırken bile anlayabiliyorum, bunu yaparken bana gülümsüyor çünkü.

"tüm bunların yanında senden de hoşlanıyorum." yuta iyi birisi bana benden hoşlandığını söylüyor. birisinin gözlerimin içine bakarak bana benden hoşlandığını söylediği ilk an bu, nasıl tepki vermem gerektiğini bilmiyorum çünkü bu bir ilk.

"ne demeliyim?" ani sorum yuta'yı şaşırtıyor ama toparlanıyor hemen. "ben de senden hoşlanıyorum, iyi bir cevap olabilir."

sonra ben de ona senden hoşlanıyorum diyorum. bir gece biz film izledikten sonra, birkaç saate güneş doğacakken yuta'ya ondan hoşlandığımı söylüyorum. gülümsüyor, gülümsemesiyle bir anda parlıyor. yuta parlıyor, onu gördüğüm ilk anda sahada tsubasa gibi koşarken de parlıyordu.

sonra o gece bitiyor, uyuyamıyor tavanı izliyorum. bunu başka birisi benim yanımda yapsa belki de çoktan bir tane vururdum ama söz konusu kendim olunca bilmem kaç derece sıcaklıkta üstüme yorgan örtüyorum. o gece heyecandan üşüyorum ve yorganıma sarılarak gün doğumunu izliyorum.

dalgalar yavaş yavaş ayaklarımıza vuruyor, dizlerimin biraz altına kadar topladığım pantolonumun paçalarının ıslandığını hissediyorum. gün batıyor, dalgaların seslerini duyuyoruz ve yürüyoruz yan yana. 

"gün batımını ilk defa mutluyken izliyorum." diyor yuta, yüzünde büyük bir gülümseme var. başını önüne eğince uzun saçları önüne düşüyor ben de onu izliyorum. karpuz'a bakıyorum, romantik anları bozmada üstüne yok, sudan çıkmış ıslak tüyleriyle son hız bize doğru koşuyor. "gel bakalım buraya!" yuta bir anda eğiliyor ve aslan boyutundaki karpuz'u kucaklıyor. 

ben bazen karpuz'u kıskanıyorum galiba. 

yuta yeniden denemeyi seviyor, benim aksime. ben bir kere denedikten sonra kenara çekiliyorum ve olayların bir anda karmaşaya dönmesini izliyorum. ben deneyince olaylar hep karmaşaya dönüyor. yuta tekrar tekrar deniyor çünkü şanslı biri, güzel gülümsediği için olaylar etrafında dönüyor ama ona asla zarar vermiyor. 

yuta bu zamana kadar hep sevilmiştir diye düşünüyorum. böylesine biri bu zamana kadar amma çok sevilmiştir. belki bu düşünce yanlıştır, belki ben önyargılı davranıyorumdur bilemiyorum ama o an aklımdan geçenler yalnızca bunlar oluyor.

"ne düşünüyorsun?"

"seni merak ediyorum."

yuta biraz hızlı yürüyüp önüme geçiyor ve karpuz ile oturuyorlar kumlara. ben de çok bekletmeden yanlarına geçerken yuta pür dikkat denizi izliyor.

"merak ettiğini sor o halde."

"çok sevildin değil mi?" diyorum. belki bazen benim hakkımda sevilmekle kafayı bozmuş diye düşünebilirsiniz, belki ben gerçekten de kafayı bozmuşumdur bilemiyorum ama bu dünyadaki yirmi dördüncü yılımda bazı şeyler ağırıma gidiyor.

"hayır," diyor yuta. "bir anne babaya sahip değilim, benden iki yaş büyük bir ablam var ama kanada'da yaşıyor. sanılanın aksine çok sevilmedim, bu yaşıma çok zor geldim."

ufak bir rüzgar esse bile yıkılan duvarlar, sokak lambalarının zor aydınlattığı yollar, gideceği yeri bilmeyen kuşlar, bir evi olmadığı halde ev gibi hissettiren insanlar. yuta bu dünyadaki yirmi dördüncü yılımda bana buz dağının görünmeyen kısmını gösterdi, içeride bir yerlerde kanadı kırık bir halde oturan çocuğu dikkatle baktığım gözlerinde gördüm.

"bir evim yok." dedi yuta. gözlerini tekrar dalgalı denize çevirdi, bize doğru gelen dalganın dalgakırana çarpıp da geri döndüğünü gördüm. "eve ihtiyacın yok," dedim. "sen başlı başına bir evsin."

bu bölüm mark'ın premiumsuz youtube'una ve taeyong ile watermelon sugar söylediği o anlara adanmıştır*

watermelon sugar ¦ nakamoto yutaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin