"masa üçün soğuk kahvesi hazır mı nanami?" koemi abla bana sesleniyor, sesini duyuyorum ama niyeyse cevap veremiyorum. tezgahın üstündeki bardağa bakıyorum buzlar kahvenin sıcaklığı çarptıkça ses çıkarıyor çıt diye.
yuta beni on üç gün önce ansızın öptüğünde de çıt diye bir ses gelmişti duvarlarımdan, iyi hatırlıyorum ama sonrası yok sanki. adının renjun olduğunu öğrendiğim bir takım arkadaşı kolundan tutup çekiyor yuta'yı ben de öylece duruyorum.
"nanami? soğuk kahve siparişi hazır mı?" koemi abla üçüncü kez geliyor çalıştığım tezgâha. başımı sallıyorum hızlıca ve kahve dolu bardağı tahta tepsiye koyup koemi ablaya uzatıyorum. gülümsüyor.
on üç gün.
saymadım tabii, takvimde de işaretlemedim ama bazı sabahlar takvime bakmıyor değilim.
on üç gün olmuş, yuta beni öpmüş, renjun onu kolundan çekmiş, ben de öylece durmuşum sonra çıkıp gitmişim sahadan. karpuz da peşimden gelmiş pıtı pıtı.
canım karpuz, kalbimi hiç kırmadı.
koemi abla tezgâha yaklaşıyor, dirseklerini dayıyor ve ne oldu diyor tek kaşını kaldırmış. "hiç." diyorum.
koca bir hiç.
koemi abla bir şey demiyor saate bakıyor sessizce, "çıkış saatine pek bir şey kalmamış, istersen git nanami." diyor sorarcasına. koemi abla beni anlıyor, ilk defa bir insan beni anlıyor diye düşünüyorum, belki de koemi abla benim arkadaşımdır.
başımı sallayıp önlüğümü çıkarıyorum, karpuz gitmek için hazırlandığımı görünce kapının yanından kalkıyor, hep orada bekliyor gelen müşterileri ilk o karşılıyor gibi, koemi ablaya el sallayıp ayrılıyorum karpuz da yanımda.
"karpuz," diyorum. "ne olacak?" karpuz yüzüme bakıyor ben de ona bakıyorum, bir şey demiyor. deniz kenarına bile gitmek istemiyoruz, karpuz da biliyor aklımdan geçenleri. yolda manavın önünden geçiyoruz gözüme kasadaki çilekler çarpıyor ama almıyorum, yürümeye devam ediyorum.
birkaç adım sonra yol ayrımına geliyoruz, sağa giden yol halısahaya gidiyor, soldaki ise benim evime. sahaya giden yola bakıyorum ve aklıma on üç gün önce bu yolu koşarak geçişim geliyor.
on üç gün boyunca yuta'nın bana bir açıklama yapmayışı geliyor aklıma, o gün renjun bile özür diliyor. renjun niyeyse özür diliyor sanki yuta sarhoşmuş ben de yoldan öylesine geçen birisiymişim gibi.
sonra evimin bahçesine giriyorum kocaman bir kutu var kapının önünde. kutunun üstünde de küçük bir not ve bir poşet var, içi çilek dolu. rüzgar kağıda vuruyor kağıt da hışırtı sesleri çıkarıyor, o gün yuta beni öpünce duvarlarımdan gelen çıt sesi gibi. ben kağıda uzanıyorum, karpuz da kutuya uzanıyor, öyle hızlı uzanıyor ki kutuyla birlikte devriliyor hatta.
karpuz'u kafenin kapısının yanında yerde yatarken gördükten sonra bu yastığı almak istedim.
sana bir açıklama yapamadım biliyorum ama
ahh
utanıyorum işte ya
bir numaralı taraftarım bu yastığı mutlu mutlu kullansın~
en kısa zamanda görüşürüz umarım mühendis
utanç verici bir not, bu yazdığım yirmi yedinci kağıt ve ben çok yoruldum
öptüm
bekle ne
neyse...-yuta
ŞİMDİ OKUDUĞUN
watermelon sugar ¦ nakamoto yuta
Fanfiction"attığın golü gördüm," diyorum. çatık kaşlarını sanki mümkünmüş gibi daha çok çatıyor, zaten uzun olan siyah saçları terden birbirine girmiş. "ne olmuş ona?" diyor, sert mizaçlı biri ilk bakıştan anlaşılıyor ama ben de yürek yedim kahvaltıda. "ofsa...