Elimdeki değneği savurarak yürümeye çalışıyordum. Bir yandan değnek kimseye çarpmasın diye uğraşıyordum, bir yandan da elimdeki laptopu sabit tutmaya çalışıyordum. İnsanlara çarpınca özür diliyordum ama onlar tabii ki aldırmıyorlardı. Amerika'yı hep merak etmiştim. Videolardan izlediğime göre espri anlayışı da kıt olmayan bir yer olduğunu öğrenmiştim. Fakat şimdi Amerika'da sıkışıp kalmıştım. Geçici olarak çalıştığım D&R benzeri bir yerde defterime bir şeyler karalıyordum. Kimse umurumda değildi çünkü o an çok sinirliydim. Salağın teki -adı Hazel mıdır nedir- arkadan beni ittirmişti ve işte gözüme kalemin hafifte olsa girmesiyle tek gözüm tamamen işlevini kaybetmişti. Diğerinin ise tek başına pek işte yaradığı söylenemez. Gözüm içe girmişti ve damarları etkilemişti. Yüzde 16-20 arası görüyor demişti sol gözüm için doktor. Ama sadece renkleri görüyordum ve çok bulanıktı. Asla bir şekli, bir yazıyı ve ya herhangi bir şeyi ayırt edemiyordum. Belki bir araba ile kamyonu ayırt edebilirdim.
"Özür dilerim." Bu sefer çarptığım kişi benden özür dilerken şaşkınlıktan gözlerimi kocaman açarak ona bakmayı denedim ama siyah kaplı gözlüklerin ardından tek anlayabildiğim siyah saçlarıydı. Tabii yere düşüşümü hesaba katmamıştım.
Sertçe yere çakılırken elimdeki laptopta bir yere savruldu ama hiç bir şey göremiyordum. "Ani hareketler yapmamalısın." Doktorumun sesi kulağımda korkutucu bir şekilde yankılanırken başım çoktan dönmeye başlamıştı. Tam şakaklarımın üstüne dayanılmaz bir ağrı saplanırken acı içinde çığlık attım. Özür dilemesinden bu yana belki bir dakika anca geçmişti ama o özür dilerken yere yapışmıştım. Ellerimi şakaklarımın üstüne koydum ve bastırdım. Bastırabildiğim en sert şekilde bastırdım. Sanki ağrısı geçecekmiş gibi.
"Hey, neler oluyor?" Deyip iki omzumdan tutup beni hafifçe sarsmaya başladı. "İyi misin? Lanet olsun." Ellerinden birini boynuma diğerini dizlerimin altına yerleştirerek hızlıca beni kaldırdı. Hızlı hareket yapmamasını söyleyecektim ama hızlıca hastaneye -beni oraya götürmesini umuyordum- gidersek belki ağrı daha az zamanda geçerdi. Gözlerim açık kalmak için savaş verirken ellerimi siyah saçlı çocuğun boynuna sarmaya çalıştım. Ama sadece çalıştım, daha ellerim boynuna ulaşamamışken bilincimi kaybettim.
~•~
Uyandım. Ne bir sesten ne de bir kokudan uyandım. Sadece uyandım.
Uyandığım anda oyalanmadan gözlerimi açıp bulanık gördüğüm için ellerimle gözlerimi ovuşturdum. Sonra hatırladım; kördüm.
Her sabah aynı şey oluyordu fakat bu sefer kendimi doğrulttuğumda karşımda bana göz kırpan parlak beyaz dolabımı göremedim. Kirden siyahlaşmış olma ihtimalini de eleyince geriye kalan tek mantıklı şık olarak kaçırılmış olma ihtimalim aklıma geldi.
Endişelenmedim.
Endişelenemedim.
Kör bir kızdım ve dış görünüşe pek önem vermezdim. Veremezdim. Kolumu kesse acısına yanardım ancak. Fakat gerçekten bitkindim. Nasıl buraya geldiğimi, neden geldiğimi ve kimin getirdiğini düşünmeye başladım.
Aklımda kalan sadece siyah kaplı bir ekrandan görünen siyah saçlardı.
Birde başıma giren ağrı.
Bu iki cümle beynimde yankılanırken dikkatlice ayağa kalktım ve yorganı bilmediğim bir yöne doğru itekledim. Ayağa kalkıp yere konulmuş bir ayakkabı, en azından bir terlik aradım. Ayaklarım üşümüştü ama bir şey bulamayınca umursamadan ellerimi açarak bir yere çarpmadan ilerlemeye çalıştım.
Ellerim bir kapı kolunu bulunca aşağıya indirdim ve sessizce açtım. Geldiğim yer kör olmama inat olarak karanlık bir yerdi. Gergince oflayarak ellerimi duvara yerleştirdim ve yavaşça ilerlemeye başladım.
Bir adım daha attığımda az kalsın yuvarlanıyordum. Son anda silindir diye tahmin ettiğim sert bir şeye tutundum. Korkuluklara tutunduğumu anladığımda derin bir nefes verdim.
Karnım guruldamaya başlamışken merdivenlerden dikkatlice aşağıya inmeye başladım. Bir elim duvardan destek alıyordu, diğeri ise direk olarak korkuluğa yapışmıştı. Korkuluğun yan tarafı boştu, esen rüzgardan anlamıştım.
"Ne diye duvara tutunuyorsun?" Sert ama yumuşak bir ses söylemişti bunu. Öyle bir aksanı vardı ki yumuşacıktı ama sanırım sesini sert çıkarmaya çalışıyordu. Sesin geldiği yeri algıladığımda oraya döndüm ve o siyah gözlüklerin ardından görüp siyah sandığım saçların koyu kestane olduğunu anladım. Ona dikkatle bakmaya çalıştım. Büyük yanaklarını da algılayınca ona bir cevap vermem gerektiğini hatırlayıp ağzımı araladım.
"Ben-- şey ya işte. Sadece korkuluk yetmedi- ondan yoksa," Daha ne kadar salakça bir cümle kurabilecektim ki? Daha çocuğu göremeden etkilenmiştim. "Ben körüm." Dedim derin bir nefes vererek. Aynı zamanda yüzümü de düşürmüştüm. Bunu bilerek mi yapmıştım yoksa istemeden mi olmuştu bilmiyorum ama siyahlı çocuğu bir süre susturdu. Öylece durdu ve bana baktı.
"Kendini acındıramazsın." Dedi sertçe, ama sesi yine yumuşaklığını yitirmemişti.
"Kendimi acındırmıyorum." Sinirlenmeye başlamıştım. Gerçekten kördüm ve sadece sorusunu cevaplamıştım. Salak çocuk.
"Neyse ne." Umursamazca görüş açımdan çıkıp gitti.
•••••••
Bu kitap benim için birçok yonden ilk. Ve tabii ki ilk olduğu içinde çok onemli. İlk yabancı bireylerle yazdığım hikayem, ilk fanfiction, ilk kısa hikaye ve kitapta da ilkler geçiyor. Bir ikilinin ilklerini göreceksiniz, okuyacaksınız. Sevmenizi umuyorum. Geçmiş Louis'in doğum gunu içindi bu kitap. Bu kitabı şimdilik kendime ithaf ediyorum. Ama şimdilik. Tutacağından emin olmadığım için kendim, neyse. Yorumlarınızı bekliyorum!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ENGELSİZ
Fanfiction"Bütün ilklerini yazacak mısın?" "Evet," dedim sesimin titremesine engel olamayarak. "Tüm ilklerimizi yazacağım." ™©Tüm hakları tarafımca saklıdır. Hiçbir şekilde başka amaçlar için kullanılamaz, çoğaltılamaz ya da ticari amaç güdülerek iznim dışınd...