"Erken geldin."
"Bilmem. Öyle mi oldu?"
"Jungwoo, her gün işe erkenden gelmek zorunda değilsin. Biliyorsun değil mi? Bu saatlerde çok sipariş olmuyor."
"Biliyorum ama yapacak daha iyi bir şeyim yok. Boşver, belki bugün bir sipariş gelir, ha?"
Taeil cevap vermedi. Yerime geçtim. Telefonun başında bekledim. Şansıma bugün biri sipariş verdi. Yola çıktım. Sabahın soğukluğu yüzüme vuruyordu. Bunu seviyordum. Annem olsaydı bundan şikayetçi olabilirdi ama artık büyümüştüm. Yollarımızı ayırma vaktimiz gelmişti. Bu boğazımı düğüm düğüm ediyor. Her gün dört duvar arasında tek başına kalmam beni nefessiz bırakıyor. Neden büyümek zorundaydım? Neden her şey değişmek zorundaydı? Nefesimin daraldığını hissettim.
Gelmem gereken evin önüne gelmeden bir dakika önce sipariş veren kişiyi aradım, haber verdim. Kapının önüne geldiğimde genç bir erkek kapıyı açtı. Sarhoştu, parasını vermekte sıkıntı çıkardı. Tam on dakikamı aldı onu ikna edip paramı almak. Bu beni rahatsız etmedi. İnsanlarla iletişim halinde olmak beni hayatta hissettiriyor. Bazen yalnız hissettirse de.
Bugün çarşamba akşamıydı. Gidecektim. Bana numarasını verdiği günden beri görmedim. Onu aramadım da.
Cecile kapıyı açtı. Üstünde harika bir gecelik vardı. Gülümsemeden edemedim. Ciddiye alıyorduk. Üçümüz de. Çünkü bu bize göre önemli bir şeydi. Kapıdan girer girmez beni soymaya başladı. Göğsümü öpmeye başladı. Bir şeyler hissediyordum ama duygusal değildi. İçeri girdiğimde gözlerim onu aradı ama bulamadı. Gelmemişti.
Cecile pantolonumu çıkardı. Güldüm. Ona Doyoung gelmeden başlayamayacağımızı söyledim. Umursamadı. Ağzının içine aldı. Kendimi değerli hissettim. Kendimi işe yarar hissettim. Kapı çaldı. Doyoung içeri geldiğinde, bizi görünce güldü. Soyunmaya başladı. Aramıza girdi. Onu öptü, sonra da beni. Bana dokundu. Kendimi harika hissettim. Sarhoş gibi hissettim. Cecile beni bırakıp ona döndü. İkimizin de ona karşı bir ilgisi olduğu açıktı. İkimiz de onun için deliriyorduk. İkimiz de kendimizi kaybediyorduk. Ben adım attım. Bugün onu istiyordum ama yapmadı. Sadece dokundu. Sadece bana yapmadı. Dışlanmış hissettim. Sonra da gece boyunca bana yaklaşmadı. Gece bitti. Cecile uyudu. Doyoung da uyudu. Balkona çıktım. Paris'de gecenin üçünde balkonda çıplak bir adam. Kendimden iğrendim. Hayatımdan iğrendim. Yere çöktüm. Ona baktım. Onu bana bakarken buldum. Uyumamıştı. Yanıma çağırdım. Geldi.
"Bana bir sigara versene."
"İçtiğini bilmiyordum." dedi masadan sigara paketini alırken.
"İçmiyorum zaten."
Yüzüme baktı. Fazlasıyla boş bir ifadeyle.
"Sen iç istiyorum."
Bir şey demeden içmeye başladı. Onu izledim. Sigaradan nefret ederim. Onun içmesini bu yüzden istiyordum. Kendimi kötü biri gibi hissetmeye başladım.
Konuşmadık, uzun bir süre.
"Beni aramadın." dedi.
"Aramalı mıydım?"
"Evet."
"Neden?"
"Bilmem."
Cevap vermedim. Sustuk, uzun bir süre.
"Belki de, bir seferliğine yalnızca ikimiz denemeliyiz." dedi. Nefesimi tuttum.
"Bugün yapmadın."
"Yapmamı ister miydin?"
Cevap vermedim. Sessiz kaldık. Yine, uzun bir süre.
"Beni aramalıydın. Yalnızca seninle sevişmek isterdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paris in the rain - dowoo
Fanfiction"aime-moi moins mais aime-moi longtemps" les chansons d'amour adlı filmden ilham aldım.