Bu şehre, bu ülkeye geldiğim gün bazen rüyalarıma giriyor. Bir hayal doğrultusunda bırakıp geldiğim her şeyin değerini bugün anlıyorum. Bazen bu havası kasvetli şehirden nefret ediyorum. Bazen kendimi sokakta koşuşturan çocukluğumu özlerken buluyorum. Bazen ergenlik yıllarımı özlüyorum. Hayallerimden bahsederken neşeli olduğum günleri özlüyorum. Bazen babamı özlüyorum. Benden nefret ettiğini bilsem bile onu özlüyorum. Bazen annemi özlüyorum ama sonra sesini duyuyorum. Geçmişime götürüyor sesi beni.
Bugün Cecile ile tanıştığımız yerdeyim. Hava sıcak. Çocuklar etrafta koşuşturuyor ve ben yalnızca mutlu çığlıklarını duyabiliyorum. Gözlerim doluyor. En son ne zaman mutluydum? Cecile burada olsaydı çocukların çığlıklarına dayanabilir miydi? Gözlerini yumardı. Bir kere bana nefret ettiğinden bahsetmişti. Kendi çocukluğundan bahsetmişti. Konuşmak kurallarımızda yoktu ama bazen Doyoung'un haberi olmadan bana kendinden bahsediyordu. Çok az ama yeterli.
İlk onu gördüğümde ikimiz de yalnızdık. İkimiz de berbat durumdaydık. İkimizin de içi yanıyordu. Birbirimize sarılmıştık, bir süreliğine olsa da. Sonra hayatımıza Doyoung girdi. Ben ona aşık olmuştum, o da olmuştu. Bunu biliyorduk ya da hissediyorduk. Bizim için çok farklı bir yerdeydi. Doyoung ile tanışmadan önce hiç Cecile ile aynı yatağa girip onunla sevişecebileceğimi düşünmemiştim. Ama olmuştu. O da benim gibi düşünmüştür, tanıyorsam eğer biraz onu. Bir keresinde, Paris yağmur altındayken kapısına geldim. Sırılsıklamdım. Bana sarıldılar. Çok iyi hissetmiştim. Çocukluğuma döndüğümü hissetmiştim. Ben tam o an kendimi çocuk gibi hissetmiştim. Aralarına girdiğimde değerli hissetmiştim. O günden sonra Cecile katı kurallar koymaya başladı ve bunu bir sevgilisinin olmasına bağladı. Eski duygularımız yoktu. Sadece bedenlerimiz. Gülücüklerimiz, kahkahalarımız... Hiçbir şey yoktu. Ve bu gün geçtikçe bedenimden iğrenmeme neden oluyordu. Ama tam şu anda onun burada olmasını bu parkta benle beraber olmasını isterdim. Kendimden iğrenebilirim sonsuza dek, yeter ki o boş bakışlarını bana diksin. Yeter ki burada olsun, benden nefret edercesine baksın. Sarı saçlarını salsın ve beni yok saysın. Kalbim acısın saatlerce Doyoung'u öpsün. Ama burada olsun.
Saatler geçmiyor, günler geçmiyor. İlk defa birini kaybedişim değil. Belki de bu yüzden daha ağırdır. Evine geliyorum sonra. Seviştiğimiz yatağı, sarhoş kaldığın gün saatlerce ağladığın banyonu, eşyalarını kimseyle paylaşmayan sen ve artık sahipsiz eşyaların. Bu, bu kadar kolay olmamalıydı. Saatlerce oturuyorum boş zeminde, dizlerimi kendime çekip. Bir yerden çıkıp bana şarap doldurmanı bekliyorum. Beni öpmeni bekliyorum, hiçbir zaman hislerimiz olmasa da. Eskiden buraya geldiğimde her şey bana Doyoung'u hatırlatırdı. Onun için gelirdim. Şimdi ise her şey yalnızca senin hatıran. Bana gülüyor mudur? Saat akşamın yedisi oluyor. Ben hala aynı yerdeyim. Kapılar açılmıyor, bardaklar dolmuyor.
Sonra ayak seslerini duyuyorum. Bana bakıyor. İlk defa bu kadar acı dolu bakıyor ve ben kendimi durduramıyor, hıçkırıklara boğuluyorum. Hala ona aşığım. Hala ona aşık olabilir miyim? Cevap vermeni bekliyorum. O senin sevdiğin çocuktu, sevebilir miyim? Duymuyorsun, duymayacaksın. Yanıma geliyor, bana sarılıyor. Ben çok kötü hissediyorum, hala onu sevdiğim için. Onun kollarında olmayı hak eden ben değilim, sensin ama yoksun.
Çok kişi okumuyor ama yine de yazmak istedim... Devam etmeli miyim emin değilim:/
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paris in the rain - dowoo
Fiksi Penggemar"aime-moi moins mais aime-moi longtemps" les chansons d'amour adlı filmden ilham aldım.