Tanrı biliyordu ya, sosyal medya insanları olduğundan daha berbat yapmıştı. Sözlü tacizler, insanı panik atağa sürükleyen korkunç söylemleri, bunların hepsi sosyal medyayı silah olarak kullananların suçuydu.
Omzuma başını yaslamış, titrek nefesler alıp veren Finn de bu durumun bir örneğiydi. Her ne kadar röportaj da iyi idare etse de kameralar kapanır kapanmaz benim odama koşmuş ve bana sığınmıştı. Dakikalardır bukleleriyle oynuyor, küçükken annelerimizin söylediği ninnileri söylüyordum.
"Anlatmak ister misin?" Dudaklarım saçlarının üzerinde gezinirken fısıldadım. Uzun tırnaklarım kollarında hafif dokunuşlarla geziniyordu. O ise tepki vermeden kafası eğik duruyordu.
"Çok baskı vardı. İlişkiler, müzik grubum, kişisel hayatım hepsi göz önündeymiş gibi hissettim." dedi.
Onu anlıyordum, genç yaşta kamera önünde yaşamaya başlamıştık sonuçta.
"Bazen 17 değil de 9 yaşında gibi hissediyorum. Neden bu kadar zor geliyor?"
"Gözlerin dudaklarından önce konuşuyor Finn.."
Öyleydi, tanrı onu neye dayanarak bu şekilde yarattı bilmesem de gözleri duygularını sürekli açığa vuruyordu. Kameraların önünde takıldığı mutlu maskesi kameralar kapandığında yerini dünyayı sorgulamaya devrediyordu. Sorularına her zaman cevap arıyordu. Kim yada nasıl diye sormak yerine neden diyordu mesela. Kim onu bu dünyaya yolladı değildi onun konu başlığı, neden yollandığıydı. Nasıl beni seversin demek yerine neden diyordu. Nasıl anlatsaydım ki ona duygularımı? Hangi lisan yeterdi ona olan sevgimi dile dökmeye?
"Seni seviyorum." dedim. Belki de bencilce bir söylemdi bu. Geçirdiği krizin ardından ona kendi duygularımdan bahsetmem çok bencilce geliyordu kulağa. Amacım onu anladığımı ve her türlü sevdiğimi söylemekti aslında.
"Bende seni seviyorum." Cevap verdikten sonra kollarımın arasından sıyrılıp aynalı masanın önüne geçti. Bende durduğum duvar dibinden kalktım.
"Millie ve diğerleri röportaja devam edebilir, bizim kısmımız bitti sonuçta. Gidelim mi?"
"Dondurma alırız." dedi cevap olarak. Kafamı salladım.