#10. Bölüm#

34 15 0
                                    

Gözlerimi açtığımda pencereden odaya vuran güneşin ilk ışıklarını gördüm. Etrafa birkaç saniye göz gezdirdiğimde, Barış yatakta yoktu. Koltuktan kalkarak dolanmaya -sözün özünü söylemek gerekirse volta atmaya- başladım. Uzaktan gördüğüm küçük defter sayfasının bulunduğu sehpaya doğru ilerledim.

"Günaydın Prenses!
Seni uyandırmak istemediğim için aşağı kata ifade vermeye gidiyorum."

Daha bıraktığı notu okur okumaz, kapı açıldı ve karşımda gördüm onu. Yanına koşarak koluna girdim, ve sonra omzuna astığı çantamı aldım.
"Burda verseydin ifadeni?"
"Uyandıramadım seni..."
Gülümsedim, yatağına yatırmak için önüne geçtim ama yatmamak için direndi.
"Hasta değilim ben, lütfen!"
Israr etmedim. Yatağında rahat bir oturma pozisyonu ararken, bende çantamı karıştırıp içinden telefonumu aldım.
"21 cevapsız çağrı"
Annem (5)
Didem (16)
"Bir insanın üşenmeden 16 kez araması için meraktan çatlamış olması falan gerekiyor(!)"
Alayla kurduğum bu cümleyle aynı zamanda kaşlarımı çattım.
"Kim?"
"Didem"
Bıkkın bir nefes soludum ve telefonu kulağıma götürdüm. Herhalde telefonun başında bekliyordu ki, ilk çalışta açtı.
"Kızım nerdesin sen?"
Şu kıza birisi bağırmadan da konuşmanın mümkün olduğunu öğretmeliydi.
"Annem bu kadar merak etmemiş (!)"
Dalga geçtiğim için daha da sinirlendi.
"Bırak şimdi onu da, soruma cevap ver"
Derin bir nefes daha aldım.
"Hastanedeyim"
Cevap vermedi.
"Ayy! Dur yavaş yavaş söyle, bak yüreğime indirme sakın! Noldu? Ay bak hemen geliyorum hangi hastanedesin, iyi misin?"
"Didemciğim! Ben gayet iyiyim!"
"Ben üzülmeyeyim diye iyiyim diyorsun, ama gelince neyle karşılaşacağımı bilmiyorum. Belis doğruyu söy-"
"Barış bıçaklandı!"
Tek seferde söylediğim bu cümle şoka girmesi için fazlasıyla yeterliydi.
"Nee?"
Az önce söylediklerimde haklıydım. En kısa zamanda bağırmadan konuşmayı öğretmeliydim, en azından bir dahaki sefere Barış'a rezil olmaktan kurtulurduk çünkü onun bile bu bağırma sesini duyduğundan eminim.
"Hazır hastanedeyken bende bir Kulak Burun Boğaz'a gözüksem diyorum Didem, ne dersin?"
"Ay o nerden çıktı şimdi?"
Beni çıldırtmak için özel olarak üretilen bu kızı fabrikasına geri göndermek için şuan elimden ne geliyorsa yapabilirdim.
"Nereden çıktı biliyor musun? Bu kadar bağırırsan beni, değil Kulak Burun Boğaz doktoru, Türkiye İşitme Engelliler Derneği bile kurtaramaz!"
Barış'ın gülmesini zor tuttuğunu, dudaklarına giden elinden anlamak mümkündü. Didem ise kahkahalarla gülüyordu.
"Neyse, eve geçerken seni ararım balım"
"Tamam kuşum"

Birbirimize söylediğimiz sevgi sözcükleri sonrasında telefonu kapatıp Barış'a döndüm.
"Hadi artık, gül sende"
Bunu söylememi beklermiş gibi kısa sürede oda kahkalarıyla doldu.
"Sizin bu Didem ile aynı evde kaldığınızı düşündüm de..."
Ağzından çıkan kelimeler göz devirmeme ve aynı zamanda elimi öpüp yanıbaşımdaki sehpaya vurmama sebep oldu.
"Allah yazdıysa bozsun!"
"Neden öyle diyorsun? En iyi arkadaşın o değil mi?"
Kısa bir an düşündüm. Evet, en iyi arkadaşım Didem'di. Ama bazenleri beni çileden çıkarıyordu.
Cevap verecektim ki, kapının açılmasıyla bu eylemim uzun sürmedi. Odanın içinde bize doğru ilerleyen adam, dün gece Barış'ın beni
'Prenses' diye tanıştırdığı babasıydı.
"Baba!"
Yerinden kalkmasına yardım edecekken babası koşar adımlarla yanından belirdi.
"Kalkma oğlum!"
Verdiği komutla yarım yamalak kalktığı yatağa tekrar oturdu.
"Nerden çıktınız siz?"
Siz derken babasının elini tutan küçük erkek çocuğundan da bahsediyordu. Sahi, kimdi o?
"Savaş seni görmek istedi"
Cümlesi biter bitmez bahsettiğim küçük çocuk babasının elini bırakıp Barış'a doğru koşmaya başladı.
"Gelirken kıyafetlerini getirdim, doktor izin verirse çıkarız. Hadi sen giyin, bende doktorla konuşayım. Olmadı hastanemize gideriz"
Bana bakarken söylediği bu cümle öksürmeme sebep oldu. Adı Savaş olan küçük çocuğu alarak çıksam iyi olacaktı çünkü doktorla konuşmaya onunla birlikte gitmesini mantıklı bulmadım, hemde Barış rahat bir şekilde giyinirdi.

"Savaş! Seninle dışarda oyun oynayalım mı?"
Barış'ın kucağından hızlıca inip benim yanıma geldi. Bende elimin içinde adeta kaybolan küçük avucunu sararak, kendimle birlikte onu da odadan çıkardım. Biraz yürüdükten sonra kapının açılma sesini duydum.
"Prenses!"
Sesin sahibine döndüğümde babasını gördüm. Adım Prenses olmamasına rağmen Barış'ın sayesinde bu kelimeyi üstüme alınıyordum artık.
"Buyrun Cihan Bey?"
Zannedersem fazla resmi bir cümle olmuştu ama söyleyecek başka birşey bulamadım.
"Aramızda bu kadar resmiyet olmasına gerek yok! Oğlumun arkadaşısın sen, Cihan abi demen daha uygun olur."
Gülümsedim.
"Peki Cihan Bey. Şey yani... Cihan Abi"
"Şimdi oldu!"
Böyle deyince de tuhaf hissediyordum. Karşımda ülkenin sayılı zenginlerinden bir adam duruyordu ve ben ona 'abi' diyordum.
"Ben sana teşekkür edecektim kızım..."
"Neden?"
Teşekkür edilecek birşey yapmamıştım o yüzden neye teşekkür ettiğini anlamadım.
"Oğlumun hayatını kurtardın!"
Az önce 'hastanemiz' kelimesini vurguladığında parasıyla övünen biri olduğunu düşünmüştüm ama sandığımdan mütevazi çıkmıştı.
"Teşekkür edilecek birşey yok! Yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı. Hem, ben kendimi bu konuda sorumlu hissettim. Barış benim için değerli birisi"
Son söylediğim cümle kalbimin yerinden çıkacak gibi atmasına zemin hazırladı. O benim için sadece değerli birisi değildi. Yani onun kalbimdeki yerini tanımlayabilmek için iki kelime yetmezdi. Daha doğrusu ona karşı olan hislerimi açıklamak için, TDK'nın yeni kelimeler falan çıkarması gerekiyordu.
"Senin için yapabileceğimiz birşey var mı?"

Derin bir nefes aldım.
"Hayatta hiçbir şeyi karşılık için yapmazsınız Cihan Bey. Ben sizin bana sağlayacağınız imkanlar için kurtarmadım onu. Aramızda resmiyet istemiyorsanız, önce beni tanıyın, sonra da bana karşı yapabileceğiniz saçma olanakları aklınızdan çıkarın lütfen. Aksi takdirde bu resmiyete devam edeceğim!"
Kaşlarını havaya kaldırdı. Böyle bir konuşma beklemediği her halinden belliydi. Başıyla onayladı sadece.
"Hani oyun oyanayacaktık?"
Avucumda kaybolan, minik elini tuttuğum çocuğun sorusuyla gerginliğim biraz daha azaldı. Gözucuyla babasına baktıktan sonra koridorda ilerledim.
"Adın Prenses mi?"
Babasına Prenses diye kabul ettirip oğluna Belis desem ne kadar mantıklı olurdu, bilemedim.
"Evet! Senin adın ne bakalım!"
"Savaş"
Savaş ve Barış... Barış'ın kardeşi miydi bu çocuk?
"Abin bir kardeşi olduğundan bahsetmemişti!"
"Sen onun yeni arkadaşı mısın?"
Gülümsedim.
"Sayılır!"

Koridorun köşesinden dönüp, merdivenlere ulaştığımızda elimi bırakıp merdivenlerden çıkan kızın yanına doğru koşmaya başladı.
"Savaş! Savaş dur, düşeceksin!"
Peşinden giderken, yüzünü tam göremediğim kız tuttu elini bu kez. Yavaş adımlarla kızla birlikte yanıma geldi.
"Bak Pelin Abla! Bu Prenses!"
"Memnun oldum!"
Başımla onayladım sadece. Ama şaşırdım da. Barış'ın bir de ablası mı vardı? Kardeşlerinden söz etmeyi sevmiyordu galiba.
"Pelin Abla abimin kız arkadaşı!"
Aniden kaşlarımı çattım. Boğazımda takılı kalan tükürüğümü sertçe yutkundum. Anlamakta zorluk çektiğim dakikalar sona erdiğinde sağ tarafımda tüm konuşmaları duyduğunu hissetiğim Barış'ın bedenini gördüm. Savaş'a öfkeyle bakmaktan başka birşey yapmıyordu. Benim içinse dünya o an durdu. Tüm sesler kesildi sanki...
Göz kırpmak ve nefes almak gibi, yapmam gereken refleksleri unuttum.
"Beni beklentilerim incitti..."🌜

********

Kelebek Etkisi | 🦋✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin