Bölüm 01

935 95 23
                                    

Sıkıntıyla nefesimi dışarıya verdim ve ağır olan çantamı en arka sıralardan birine sert bir şekilde koydum. Tanrı aşkına, bu çanta ne kadar da ağırdı böyle? Sabret Wendy dedim kendi kendime. Sabret, sadece bir ay ve sonra okul bitecek. Sen de bu salaklardan kurtulacaksın.

''Wennie!''

Duyduğum sesle arkamı döndüm. Karşımda kahverengi saçları ve solmuş yeşil gözleriyle bir adet John duruyordu.

''Hey, Jonnie! Uzun zamandır ortalıkta yoktun maymunum. Seni merak etmeye başlamıştım.''

Yeşilleri gözlerime bakmamakta ısrar ediyordu. Az önce mükemmel bir gülümseme bahşeden dudakları şimdi düz bir çizgi halini almıştı.

''Şey, aslında ben... yani uhmm annem hastalanmıştı.''

Soru sorarcasına bir bakış attığımda o da gözlerini benden kaçırmayı cevap olarak görmüştü. Ne güzel (!) sevgilimle konuşmadan anlaşabiliyoruz.

Zilin çalması üzerine fazla üstelemedim. Yerime oturdum ve John ' un yanıma gelmesini bekledim; ama o gelmedi. Bugün çok farklıydı. Bana yalan söylüyordu, bunu gözlerinden anlamıştım. Eski parıldayan yeşilleri artık soluktu.

''Oturabilir miyim?''

Gayet iyi giyimli, ela gözlü, gece karası saçlara sahip çocuğun sorusuyla düşüncelerimi bir kenara fırlattım ve suratıma samimi olmasını umduğum bir gülümseme yaydım. Ve hayır, tabii ki bu kadar mükemmel, harika, kusursuz, çekici, sempatik, tatlı bir çocuğa yavşamayacaktım; benim bir sevgilim var. Tamam, kabul ediyorum, kesinlikle yavşayacağım.

''Tabii ki.''

Cevabım üzerine hafifçe başını salladı ve yanıma oturdu. Bu çocuğu daha önce de görmüştüm sanırım.

''Zac?'' dedim sorarcasına. Umarım doğru hatırlamışımdır. Kaşlarını çattıktan sonra ''Zayn.'' diye düzeltti ve önüne döndü. Ah, ben tam bir aptalım. Hatamı telafi etmek adına konuşmaya başladım.

''Ben Wendy. Adını hatırlayamadığım için üzgünüm. Tanıştığıma memnun oldum.'' Elimi uzatıp onun tutmasını beklerken o sadece dönüp anlamsız ve buz gibi bir bakış atmakla yetindi.

''Cevap vermeyecek misin?''

''Önemli değil, adımı bilmen gerekmiyor.''

Bu neyin tribiydi şimdi? Cidden erkekleri anlamıyorum, yanıma oturmak isteyen oydu şimdi ise şu yaptığı saçmalığa bir bakın!

''Sessiz biri olduğunu düşünmüştüm. En azından dışarıdan öyle görünüyorsun. Sürekli konuşup beni rahatsız etmeyeceğini sandım. İstersen giderim.''

''Sen, sen düşünceleri okuyabiliyor musun? Aman Tanrım, bana bunu nasıl yaptığını öğretmelisin.''

Birden kahkaha atmaya başladı. Gözleri kısıldı ve burnunun etrafı kırıştı. Nedenini bilmediğim bir sebeple ben de gülümsemeye başladım. Şimdi fark ettim de dişleri mükemmeldi. Bu, biraz daha sırıtmama neden oldu.

''Hayır aptal, sadece sesli düşünüyorsun. Ve evet, az önce benim hakkımda düşüncelerini de öğrenmiş oldum. Demek mükemmel dişlere sahibim, ha? Bilmediğim bir şey söyle.'' Kahkahaları arasından zar zor konuştuğundan yüzü kızarmıştı.

''Egon için bir kafa kağıdı çıkarmalısın dostum.''

''Bunun nasıl yapıldığını bilmiyorum, asıl en iyi bilene, sana sormak gerekir. Bahse varım egon için en az beş tane kafa kağıdı çıkarttırmışsındır.''

''Ah, tamam susuyorum. Seninle konuşmak baştan hataydı zaten.'' Dilimi çıkartıp önüme döndüm ve o hala gülüyordu.

***

Sonunda öğle arası zamanı gelmişti. Merdivenlerden hızlıca inip yemek salonuna ulaştığımda Zayn' i görememiştim. Hemen pes etmeyip bir kaç dakika gözlerimle etrafı taradım.

Neredeydi bu aptal? Görevlinin cılız sesiyle yerimde sıçradım. Zaten o kadını hiç sevmiyordum. Bu okula geldiğim ilk gün yemeğimi tepsiye koymak yerine üstüme boca etmişti.

Bir daha o iğrenç sesi duymamak adına cevap verdim.

"Tamam, geldik işte. Ne diye bağırıyorsun? "

Sözlerim üzerine gözünü devirdi ve isteksiz bir şekilde yemeği tepsiye koydu. Bu tavırlarından dolayı her ne kadar küfür etmek istesem de yüzüme gıcık bir sırıtış yerleştirip boş bir masa aramaya koyuldum.

Buraya doğru yaklaşan adım seslerini duyduğumda gözlerimi makarnamdan ayırdım ve gelene baktım. Bu John' du.

"John seni anlayamıyorum. Derste yüzüme bile bakmadın. Şimdi yanıma gelip oturuyorsun. Sence de bu biraz garip değil mi?"

"Ben üzgünüm. Böyle olsun istemezdim. "

"Ne oldu Jonnie? Anlat bana."

Derince bir nefes aldı konuşmaya başlamadan önce. Bu beni daha çok endişelendirmişti. Bir şeyler sakladığı belliydi.

"Ben seni aldattım. Üzgünüm. Çok özür dilerim. Bilirsin, ben bir erkeğim ve hormonlarım fazla çalışıyor. Seni bekledim. Hazır olmanı bekledim ama sen hiçbir zaman hazır değildin ve olmayacaktın da. Bunu çok iyi biliyordum. Senin yanına gelmedim çünkü seni aldatıp hâlâ seni seviyormuş gibi davranmak beni kötü hissettirecekti. İnan bana sabah söylemeye çalıştım ama yapamadım. Beni affet."

Beynim tüm bu olanları idrak etmeye çalışırken kalbim çoktan paramparça olmuştu bile. Gözlerimin dolduğunun farkına vardığımda lavaboya gidip yüzümü yıkamayı düşündüm. Masadan kalkıp hızlı adımlarla yürürken bir el beni durdurdu.

"Bekle, hiçbir şey demeyecek misin? Sadece bu mu? Beni affettiğini söyle lütfen, buna ihtiyacım var."

"Biliyor musun Jonnie, hiçbir sözümü haketmiyorsun. Ben seni bu kadar severken senin beni aldatman acıttı. Sana hiçbir şey söyleyemiyorum. Kelimeler şu anki durumumu anlatmaya yetmiyor."

"En azından affettiğini söyle."

"Her zaman böyle olacaksın değil mi? Hep kendini düşüneceksin. Altındaki kızı inletirken benim bunu öğrendiğimde nasıl kırılacağımı hiç düşünmedin mi? Oysa ben seni her saniye düşünüyordum. Eğer içini rahatlatacaksa seni affettim John. Ama bu olanları asla unutmayacağım. Ne kadar silmeye çalışsam da içimde bir yerlerde hep bir iz kalacak."

Kolumu sertçe çekip elinden kurtulmamı sağladım. Bunu bana nasıl yapabilmişti? Beni buna mı layık görmüştü? Sırf onunla yatmadım diye mi olmuştu tüm bunlar? Neden hep sürtükler kazanıyordu? Bir kereliğine de olsa minikleriyle değil de kalpleriyle sevemez miydi erkekler?

-Merhaba! Farklı bir kurgu aklıma geldi ve bunu sizinle paylaşmak istedim. Hikayeme şu anlık sınır koymuyorum. Okunma sayısı bana yeterli geldiğinde yeni bölümü yayınlarım. Umarım beğenirsiniz! Xx

-Merve

I Wish ➳ Z.MHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin