-
Ilık rüzgar çene hatlarımdan dökülüyor, kalabalığı dağıtan tek bir suret gibi yollar çizerek havanın köprücüklerine birikiyordu. Güzel bir kokuyu bu bağrı kırık bahçeye yalnızlığı köhne bir tarafa itelemek istercesine tam ortaya atıvermişti.
Elbisem esintiyle çıplak kalan diz kapaklarıma değinip dalgalanırken uzun, sarı saçlarım sırtımdan geriye salınmıştı. Gri gözlerimi çit gibi saran kirpiklerimi kısarak etrafa bakındım. Bütün bedenleri es geçiyordum.
Yaz ayındaydık. Bizim için yasakların gevşetildiği, dışarı da ki özgürlüğün tadını dilimizin ucuyla alıp damağımızda erittiğimiz anları yaşıyorduk. Belki de sorgulamayı bıraktığım ve çocuk olmakla, çocuk olduğumu hissetmenin yumuşak kıvrımlı çizgilerinden birindeydim.
Omuzuma dokunan eli hissedince Nergis'e döndüm, başımı kaldırmak zorundaydım.
"Enez neden hala gelmedi?" diye sordum. Çatık kaşlarım onu beklerken ki yorgunluğun izlerini taşıyordu.
"Biliyorsun kötü düştü. Doktor da görsün istedik. Bir kaç dakikaya..."
Gözleri ardımda ki kapıya kayınca dev siyah kapıdan yetimhane annelerinden biriyle içeriye giren, sanki hiç düşmemişçesine başı dik, yüzünde kibirli bir ifadesiyle yürüyen Enez'e baktım. Dudaklarım bu görüntüden beslendikçe kıvrılırken ona doğru gittim. Beni fark ettiği an Anne'nin elini bırakıp hızlandı.
"Enez." dedim.
Eş zamanlı durmuştuk.
Artık gülümsemiyordum. Dirseğinde ki bej rengi banda bakıyordum.
Onun için endişelenmiştim.
"İyi misin?" diye sordum göz göze geldiğimizde.
"Tabi ki iyiyim. Bir şey olmadı ki."
"Bayağı kötü düştü. Enez biraz dinlensin." diyen sese kaşlarını kaldırdığı saniyede boş bakışlarını da katarak meydan okudu. Onun yerine karar verilmesi hoşuna gitmişe benzemiyordu.
"Gel." deyip oradan uzaklaşırken arkamızdan söylenmelere rağmen peşinden gittim. Arada ona yetişmediğimden dolayı durup kolumdan kavrayarak öne çekiyordu. Söğüt ağacının altına vardığımızda karşısına onun gibi bağdaş kurarak oturdum.
"Çok acıdı mı? Kanıyordu, gördüm. "
Dirseğinde ki bandı yavaşca çıkarmaya başlayınca "Napıyorsun?" dememe aldırış etmedi. Buğday teninde kendinden emin bir tavrı vardı fakat mavi gözleri dakikalar öncesinden bu anlarına sıçrattığı korkunun kızıllıklarını taşıyordu.
Canı yanmıştı.
Yarasını açığa çıkardığında suratımı ekşiterek baktım. Dirseğinin hemen altında ki bölge soyulmuş ve sürülen bir ilaçtan dolayı teni kahverengileşmişti.
"İğrenç görünüyor..."
"Biliyor musun doktor dedi ki başka bir çocuk olsa mutlaka ağlarmış. Ama ben ağlamadım. Hatta bana bir sürü iğne yaptılar yakıcı ilaçlar sürdüler, bir sürü doktor merakla bana baktılar."
"Sana mı baktılar?"
Boğazını temizleyip bandı geri kapattıktan sonra çenesini dikleştirerek gözlerime baktı.
"Tabi. Sonuçta ağlamadım. Bu yüzden kim bu güçlü çocuk deyip durdular. Hepsinin ilgisini çektim."
Sırıttı.
Kaşlarım havalanmış onu dinlerken
"Niye ağlamadın?" diye sordum. Bunu gerçekten merak ediyordum. Enez o kadar güçlü müydü? Hızlı koştuğundan dolayı kötü düşmüştü. Muhtemelen dizlerinde yarın morluklar belirecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUSKUN 2
ChickLit- Kumaştan bir kitap. Uçları tüm o hüznü çekmiş, sararmış bir kanser. Ruhu vücudunun hissetmeyeceği en ağrısız boşluğuna çekilmiş gibiydi. Yaralar onu hapsetmiş miydi? Yoksa bu onun kendisine ördüğü hapsi miydi? Çekilen son nefesten sonra dudaktan...