YAZIM HATALARI YAKINDA DÜZENLENECEK...İYİ OKUMALAR DİLERİM HERKESE
"Güneşin yakıcı parlaklığı herkesi kendine hayran bırakırken, kimse dolunayda üzerine düşen muazzam ışığı farketmemişti..."
O gece uyuyamamıştı kız. "Acaba adamın ismi neydi?" diye tam 1 saatini geçirmişti. Dünyada ona has olabilecek bir isim varmıydı sahi? "Abartma istersen Mavi!" diye çığlık attı. Sonra gözlerini büyüterek etrafına bakındı. Neyse ki annesiyle babası mışıl mışıl uyuyordu. Kafasını elleri arasına alarak sıktı. "Nesin sen? Çıldırtmak için mi girdin beynime? Beni delirtmene izin veremem. Deli olan birisini delirtemezsin" dedi ve dediği şeye gülümsedi. "Deliysem daha fazla ne yapabilirsin ki". Ama delirmiyorsam ne oluyor bana?". Saatlerce böyle sohbet etti varlığı gözükmeyen şeyle. "Nereden geldin Allahın belası! Uğraşamam seninle yok öyle bir dünya! Çık kafamın içinden yeter!". Duygularıya bir çelişki içerisindeyken bile hala aklı adamın isminde takılı kalmıştı. Adama duyduğu gereksiz hayranlığı fazla mı büyütmüştü gözünde? Aslında evet, sadece aylardır kafasını adamı izlemekle bozan kız artık daha fazlasını istiyordu sanki. "İzlemekten bıktım ismini öğreneyim" der gibiydi duyguları. Bir süre sonra sesini duymak isteyecekti mesela. Daha sonra tenini hissetmek. İnsanoğlu böyle bir varlıktı işte. İstedikçe isterdi. "Hep daha fazlası" dünya üzerindeki hayat felesefeleri olmuştu. Yalan söylemeyeceğim tamam bazılarının felsefesi sadece "yemek".
Tüm bunları düşünürken aniden geçen günkü olayları kafasında tartıp biçmeye başladı. Okuldan çıkan küçük çocuklarla nasıl ilgilendiğini görmüştü adamın. Hatta birkaç tanesinin ona nasıl gelip sarıldığını, yüzünü okşadığına şahit olmuştu. Sakallarını sevmek nasıl duyguydu acaba? Kıskanmıştı sanırım. Evet 7 yaşındaki çocukları kıskanmıştı. Adamın eline konan uğur böceğine nasıl baktığını görmüştü. Kapının önündeki çiçekleri bir bebekmişcesine nasıl sevdiğini nefesini tutarak izlemişti. Gözlerindeki sevgi dolu bakışlara, kalbindeki ince sevgiye sevdalanmıştı sanırım. Ya da başkalarında bulunmayan bu şey her neyse onu aşırı dercede şaşırtmıştı. "Bu duygularla başa çıkabilmek çok zor isimsiz" diye fısıldadı kalbine ince bir sızı girirken. "Keşke sen de benim varlığımı sadece hissetmekle yetinmesen".
"Ağır basarsa git" dedi kalbinin sesini dinlemeyen beyni.
"Ben... ama kalbim? onu dinlemeyecek miyim?" diye konuşmaya başladı hayali beyni ile.
"Kalbini dinlersen canın yanacak. Sustur onu. Öldür hatta. Evet evet öldürmeyi becerirsen..." diye konuşurken hayali beyninin lafını bölerek devam etti kız.
"Duygusuz bir heykel olarak devam edeceksin hayatına" dedi ve derinden bir nefes aldı.
"Hayır, kalbini öldürürsen üzülmeyeceksin. Öldüyse bile sen öldürmüş ol . Üzerine ekecek bir çiçeğin olur elinde. Bir gün başka birisi çalır da paramparça ederse ne ekecek ne de sulayabileceğin mezarın ve bir çiçeğin olmaz"
Gözleri büyüdü Mavinin. Evet tam şu an beyni ile konuşuyordu. "Sonunda delirdik" dedi kendi kendine en sevdiği sokak serserisini hatırlayıp dudağının kenarını kıvırırken.
"Bu çok büyük bir karar seni aptal! kötü bile olsa bazı duyguları tatmam gerekmez mi? Varsın öldürsünler. Varlığıyla yokluğu hissedilmiyor zaten meymeletsiz organın" diyerek göz devirdi. Beyni tam susmuşken aklındakiler yeniden geri geldi. Aylardır izlediği duvardaki resimlerin anlamını bilmek istiyordu. Neden sıradan bir resim duygularını uyandrmıştı? Orada biryerlerde daha derin şeylerin olduğunu bildiği için daha yakından bakıp, incelemek istiyordu. Korku ve cesaret hissi o kadar çok çekişti ki. Saat 3 e kadar durmadan düşündü. Neden gökkuşağı? neden bir ağaç? ve bir köpek. Sonra aniden gelen bir kahkaha patlaması yaşadı. Gülerken ağzından çıkan kelimeler zar zor seçiliyordu. "Gerizekalı ya bunların hiçbir anlamı yoksa ve o normal bir resimse?". Tam bu noktada kendisinin bir aptal olduğuna karar verdi. 1 saat yatağın üstünde elleriyle ve beynindeki sesle yeterince ilgilendikten sonra cesaret, korkuyu bir savaştaymışlar gibi ezip geçti. Üzerine bol kapüşonlularından birini geçirip giymekten hiç bıkmadığı hafif kirli ama hala hoş duran spor ayakkabısını ayağına geçirdi. Sadece resime bakıp gelecekti, niyeti buydu kendince aptal kızın. Dışarıda kimse yoktu, sokaklar oldukça karanlık ve ürkütücüydü. Sadece sokak köpeklerinin ve onlardan korkarak tıslayan kedilerin sesini duya biliyordu arada. Ne garip ki bu gece yanına kulaklığını ve mp3 playerini almamıştı. Telefonu bile yanında değildi. Başına bir şey gelse onu kurtaracak tek vasıta bile yoktu. Fakat ölümden o kadar korkmuyordu ki, o kadar umursamıyordu ki onu. Ölüm korkusu tüm bedenini esir alan insanlar zaten bunun bir gün olacağını bilerek dünyaya geliyorlardı . Bu yüzden Mavinin gözünde aptallardı hepsi. Birer aptal. Yol boyunca sadece düşündü. Adam onu yakalarsa ne diyecekti? "ah bayım, aylardır bir sapık gibi sizi ve duvarınızdaki resmi izledim de. Merakıma yenik düşüp gecenin şu saatinde incelemek için geldim " mi diyecekti? Kendi kendine fısıldadı. "Sadece 5 dakika, inceleyip gideceğim lütfen bir aksilik çıkmasın ve ben girmek için yerin katmanlarını teker teker saymayayım. Lütfen lütfen lütfen lütfen". İstediği şeyi 4 kez demek de onun alışkanlıklarından biriydi. Tam olarak neden böyle bir şey yapıyordu bilmiyordu ama yapyordu işte. Çocukken çıktığı merdivenleri ya da annesi onu beklemesi gerektiği yerde bırakınca saatlerce yerde duran halıdaki renkleri teker teker sayardı. Her şeyin sonunun 8-le bitmesini çok isterdi. 8 rakamı ona mutluluk verse de sınavlarda ya da gerçek hayatta asla ona şans getirmiyordu. Ama kendine oyun oynayıp "yalan söyledim 94 değil 98 merdiven vardı bir tanesini bilerek saymadım" diye söylemişliği bile vardı. Ne garip ki bazen hala bu huylarını tekrar ediyordu duygularıyla alay eden Mavi.
Duvara yaklaştıkça damarlarındaki adrenalinin çoğaldığını hissetti genç kız. Aylardır izlediği fakat yanaşmadığı yere attığı minik adımların geleceği için nasıl bir değişiklik yapacağını bilmiyordu...Nefesini tuttu ve son adımını attı. Elini duvar üzerinde yapılmış ve bunca zaman kutsayarak izlediği resme dokundurdu. İçine öyle bir ürperti geldi ki anlam veremediği. Neydi bu denli kıza duygu fırtınası yaşatan şey? Dokunduğu resmi aylardır hayranlıkla izlediği adamın çizmesi miydi? Yoksa maziden gelen hatıraları izinsizce kurcaladığı için mi? Ağaç o kadar güzel çizilmişti ki. Sanki gerçekten böyle bir ağaç varmış da varlığı resme taşınmış gibiydi. Elini dalların üzerinde tek tek gezdirdi. Kuşların sesleri kulağına doluşur gibi oldu kızın. Ahh, ne kadar da huzur buluyordu önünde durduğu resimden. Aniden bunca zamandır fark etmediği şeye takıldı gözü. Resimdeki köpeğin gözleri. Bir ateş turuncusu kadar parlaktı. Hiç böyle gözü olan köpek görmemişti. Yerden çıkan samanlar...onlar bile gerçekçi gibiydi. Hafif sarıya dönüşen samanların arasında beyaz ve minik çiçekler de vardı. Kokusunu içine çekermiş gibi derinden nefes aldı ve aniden bir şeylerin farkına vardı. Sanırım kız artık anlıyordu. Burası bir çiftlik evinin bahçesiydi. Fakat bir adam neden evinin en güzel duvarına böyle bir resim yapsın? Resim tabi ki kötü değildi fakat alışık olmadığı türdendi adamın gerek duyduğu şey. Tüm bunları düşünüp aklındaki minik mavilerle konuşurken ayağının altındaki içecek kutusunu ezdiğini fark etmemişti kız. Kendisine tanıdığı 5 dakika geçmiş hatta süre 30 dakikaya kadar çıkmıştı. Yıldızların en parlak olduğu gecede "isimsiz" adamın nefesini tam ensesinde duydu kız aniden. Arkasına dönüp suratına bakamadı. Adamın kalın ama nahif sesinden duyduğu tek cümle:
"Kimsin ve burada ne arıyorsun?" oldu. Buraya gelme cesaretini bulmuştu, fakat dönüp adamın sorusuna cevap verecek cesareti kendisinde aramamıştı bile... Melodi çalmaya başladı kulaklarında gözleri çiçek bahçelerini kıskandıracak kadar güzel olan kızın. Duyduğu melodi son nefesine kadar çalacaktı...