2064...13 kasım
Herşeyin teknolojiyle kaplanmış olduğu 2064 senesi. Bu gün yaşlı kadının torununun 18-ci doğum günüydü. Herkesin hayatında 18-ci yaş gününün özel bir yeri vardır. Artık yetişkin bir birey oluyorsun ve kendi kararlarını alarak kendi ayaklarının üzerinde durabiliyorsun. Kendi kararlarını almaksa tek kelimeyle özgürlüktü. Özgürlük o kadar tatlı şeydir ki. Fikir özgürlüğünün herkese verildiği bu hayatta, dili olan her kes konuşup sonunu özgürlüğe bağlar. Kimsenin canını yakmama şartını kimse kulaklarına fısıldamamış gibi. İşte...18-e bastığınızda fikir özgürlüğünden başka şeyler de kazanıyorsunuz. Ama fikir özgürlüğünü bile doğru kullanmadığını var saydığımız onca kişi kazandığı yeni şeyleri de berbat edecek. Amalia akıllı bir kızdı. 18-e basmanın sorumluluklarını taşıyabilecek potansiyel fazlasıyla vardı onda.
Sahip olduğu mal varlığı ona dedesinden kalsa da ailesi onun eksilmesine izin vermeyerek zor şartlar altında çalışmıştı hep. Sonuçta güzel şeyler elde etmişlerdi. Bu yüzden ailesi maddi konuda sıkıntı çekmemişti.En az anneannesi kadar nahif ve sade olmayı seviyordu genç kız. Zenginliğini güzel şeylerle çoğaltanlardandı o. Her hafta sonu anneannesiyle kimsesiz çocuklara hediyeler götürür, onlarla ilgilenirdi. Bunu yapmaya 6 yaşından başlamıştı Amalia. Çünkü sürekli anneannesinin böyle yaptığını görüyor, ama nedenini bilmiyordu. O da "mutluluğu çoğaltmak" içindir diye düşünüp nedenini sormazdı yaşlı kadına. Her yıl biraz daha ölüme yaklaşıyor oluşundan değil, "benim.doğduğum gün kimler ölmüştür, kimler ne acılar çekmiştir" diyip doğum günü için herhangi bir kutlama istememişti ailesinden. Fakat annesi Müjgan ona en sevdiği böğürtlenli pastadan yapmıştı. Özellikle anneannesinin bahćesindeki böğürtlenlerden yapılmışına bayılırdı. Fakat iyice yaşlanan kadın artık yeterince ilgi veremediği bitkilerinin solmasını istemeyerek yetiştirmeyi reddetmişti. Ektiğin bir bitkiyle ilgilenmemeyi bir çocuk büyütüp bırakmaya benzetiyordu. Ama yine şehiri aratmış, en taze olanlarını bulup onlardan torununa tattırma mutluluğunu yaşamıştı.Aile arasında küçük bir kutlama yapıldıktan sonra anneannesi Amalianı yanına çağırdı. Herkesin yanında vermediği hediye orta büyüklükte, tahtadan ve üstünde yandırılarak büyük bir ağaç yapılmış kutuydu. Bu kutu ona hiç de yabancı gelmemişti aslında. Anneannesinin eskiden oturduğu o küçük ve sempatik evinde çocukken görmüştü bu kutuyu. Her ne kadar kutuyu almak istese de buna cesaret edememişti. Çünkü kadının bu kutuya ne kadar değer verdiğini ve canı pahasına koruduğunü bilmemesi mümkün bile değildi. Çok iyi hatırlamasa bile çocukken Mavinin evinin merdiveninde oturup oynarken tıpkı anneannesi kadar yaşını başını almış adam gelip bu kutuyu almak istemişti. Orada konuşulanları tamamen unutmuştu. Fakat tek bildiği bir süre böyle adamların gelip sürekli kutuyu alma çabasına girdiğiydi. Tabiki becerememişlerdi...ve kutu tam olarak önündeydi. Anneannesi kutuyu istediğini bildiği için ona "yeterince büyüdüğünde söz veriyorum bu kutuyu ve içindeki eşyaları sana vereceğim demişti". Aradan 12 yıl geçtiği için bunu tamamen unutmuştu kız. Kızıl saçlarını anneannesinden alan genç kız şaşkınlıklar içerisindeyken ağzından çıkan kelimeler kesik kesiki.
"An-anneanne?" dedi gözleri dolmaya başlarken. "Kutu..."
"Evet çiçeğim benim, sen o kadar büyüdün ki anneannen gençliğinin en güzel notalarını sana emanet edecek. Emanete ihanet olmaz güzel kızım. Onu koru, gözünden sakın" dedi güzel gülümsemesini genç torununa gösterirken. Aniden torunun arkasındaki aynaya takıldı gözü. Gülümsemesi...yıllar ondan ne çok şey almıştı. "Mavi!" Dedi. "Onun yanına gidebilecek misin?"...diye düşündü içinde. Tam o an torununun konuşmaya başladığını duyunca ona odaklanmayı seçti.
"Anlamıyorum anneanne, gençliğinin notaları...neyin nesi oluyor?". Şaşkın gözlerle anneannesini izleyen kız merak içerisindeydi.
"Bu kutu senin" dedi elleri titrerken uzattığı kutuya bakarak. Sonra ağzından dökülen kelimeler torununu şaşkınlık içerisinde bıraktı. "Omnia mutantur, nihil interit" dedi yaşlılıktan elleri buruşmuş kadın. Uzattığı kutuyu kutsal bir eşyaymış gibi alan kız, sorgulayan gözlerler anneannesine baktı ve "bunun anlamı ne?" diye sordu.
"Öğrenmek için acele etme kızım. Hep merak ettiğin ve sorunca cevabını alamadığın gençlıiğim burada" dedi eliyle kutuyu işaret ederek. Belki sana maddi olarak bir hediye vermedim. Ama eminimki hayatında manevi olarak aldığın en güzel doğum günü hediyelerinden birisi olacaktır. En azından öyle umut ediyorum çiçeğim. İçinde hayal, umut, sevgi, kalp kırıklığı, kayıplar, günahlar, sevaplar ve iki insanın gençliği olan bir kutu. Daha niceleri de var...Bu ne kadar değersiz olabilir?" diyerek vazgeçmediği huyunu tekrarlayarak elleriyle olyanamaya başladı. "İçine hayatımı: acılarımı, duygularımı...herşeyimi koydum" diye fısıldarken geçmişin amansız hatıraları aklına doluştu...
15 nisan...2010
Her şeyin nasıl geliştiğini bilmeden uzak durmaya çalıştığı başarısız bir haftanın ardından yeniden soluğu ağacın altında bulmuştu. Adam onun burada olduğunu biliyordu. Fakat hiçbir şey yapmadı. Kızın bakışları birşeyler anlatmak isteyip anlatamıyordu sanki. Anlattıkları anlatmak istediklerinin sadece minik kısmıydı. Adam onun hakkında bir kaç şey biliyordu aslında. Ama kızın bundan haberi yoktu. Bir gün ona sürpriz olacaktı...Bu gün duvara yaptığı şey ağacın altında duran,hareketli ve tahtadan olan güzel bir sandalyeydi. Ağaca çizdiyi ışıklar ve çiçekler da harkulade duruyordu. Tüm bunların büyüsüne kapılmışken içeriden gelen sesleri duydu. Birkaç zaman önce içine herşeyini yazdığı mavi defterini alıp kaçan köpek adamın göğüslerine patilerini dayayarak havlamaya başladı. "İşte şimdi batırdın kızım" diyip elinin alnına çarpma şiddetini hiç düşünmeden yaptığı bu hareket, olayları daha da zincirleme kaza haline dönüştürdü. Evet şiddeti büyük olan bu dayak köpeğin ve adamın aynı anda şaşkınlıktan kızarmış olan kıza bakmasına neden oldu. Yakalanmaya alışmış olan kızın hareket etmediğini gören adam ağır adımlarla onun yanına geldi. Cildinin çabuk kızarması kafasında kocaman bir el izinin çıkmasına sebep olmuştu. Adam bu ize bakarak gülüp gülmemenin arasında giderken kız lafa daldı.
"Rahatsız ettiysem ö" derken lafı bölündü.
"Rahatsız etmedin. Başına sert vurdun. İyi misin?"
"Aslında...sanırım tam şuraya bayılacağım" derken aniden Mavi adamın kollarına yığılıp kaldı. Hastalığı hâlâ atlatamamış olması, ateş ve kafasına vurduğu sert darbe birbiriyle buluşunca olanlar olmuştu...2064...
"Anneanne çok teşekkür ederim" diyip kadının ellerini okşadı. "Dedemi tanıma imkanım olmadı hiç. Annem bebekken onu kaybetmeniz...çok acı olmalı" dedi karşısındaki kadına maziyi getiren kelimeleri söylerken. "Dedem hep bir sırrdı benim için. Kimse onun hakkında bana tek bir kelime bile söylemedi şimdiye kadar" diyerek yakınırken anneannesinin konuşmasını bekledi. Kelimeler yan yana dizilmiş, dışarıya çıkmak için can çekişirken konuşmak pek de kolay gelmemişti Maviye. Yutkundu, derin nefes aldı ve gözünü ellerine sabitleyip konuşmaya başladı.
"Amara bir zamanlar benim için de sadece bir boşluktu kızım. Umarım dedeni çok seversin" dedi elleri buruş buruş olan minyon kadın. "Defterin bir sayfası tamamen sana özel. Yerinde olmayan iki sayfa var. Onlardan birisi annenin. Birisi de..." derken sustu. "Bir tanesi de bende. İletilmesi gereken kişiyi bekliyor"
Karşı karşıya oturmuş ve birbirine olağan üstü benzeyen kadınlar geçmişle gelecek arasındaki ince bir çizgiymiş gibi duruyordu...
....
Yatağının üstüne koyduğu kutuyu önce tek tuşla havaya yansıyan telefonunu açtı. Tek yaptığıysa sadece düşünmekti. Düşündü ve açtığı şarkı "İf you want me"... Genç kız üzerinde ağaç resmi olan kutunun kapağını açtı ve mazinin buruk hikayesinin dışarıya çıkmasına izin verdi...