Çoğu şeyden korkuyorum. Birçok ihtimal, bir sürü imkansızlık var. Seni incitecek, tenini çizecek diye; bir cam tanesinden bile korkuyorum. Seni üşütecek olan rüzgarlardan korkuyorum... Canını yakmaktan korkuyorum.
Bu yüzden her seviştiğimizde kendimi çok suçlu hissediyorum. İnlemelerin zevki, acıyı çağrıştırdıkça kalbimin atmadığını, nefes alamadığımı hissediyor, durmak istiyorum. Sen ise her zaman bana gülüyorsun... Sanki bu endişeme ağlayacakmışsın gibi, ama gülüyorsun işte.
Hemen yanımda uzanan bedenini iyice kendime çekiyorum. Çıplak teninden yükselen kokunu alıyorum, kaburgalarını sayıyorum. Kazağın çıplak göğsünün altına serilmiş, sırtını topraktan koruyor. Yüzün gökyüzüne dönük ama bütün dikkatin bende sanki. Göz ucuyla bana bakıyor, parmaklarınla omzumu okşuyorsun. Baharın gelmesiyle göçtükleri yerden geri dönen kuşlar şarkılar söylüyor, deniz yavaşça sahili okşuyor. Gün ışığı gözlerimi yakıyor, tenimi besliyor. Acımasız rüzgarlar şimdi yine sakin.
"Canın acımıyor... değil mi?" Sesim biraz çekingen, alacağım cevaptan korkuyorum. Seninle ilk defa böyle bir yerde, bu falezlerde seviştim. Sırtın bu sefer yatağa değil, yemyeşil otlara uzanıyordu. Kıkırdamalarını, iniltilerini ve seslenmelerini kimselerin duymaması için çok çaba sarf etmiştim, yaralanan dudaklarım bunun göstergesi.
"Hayır Yibo, iyiyim ben." Sesin biraz mahmur, mırıltılı. Burada böyle yarı çıplak uyumanı istemediğim için kalkıp üstünü giydirecek oluyorum ama bedenini üstüme bırakıp kalkmama izin vermiyorsun. Yüzünü bana döndüğünde gözlerinin parıldadığını görüyorum, mutluluğun bana mutluluk katıyor. "Bu günü hiç unutmayacağım. Hayatım boyunca böylesi çılgın bir şey yapmamıştım!"
Birbirimizi sevmek belki de bundan daha çılgıncaydı. Yine de bunu söylemiyor, gülümseyerek alnını öpüyorum. "Çok enerjiksin Xiao Zhan... Sanırım seni yeterince yoramadım."
Blöf yaptığımı bildiğinden kıkırdıyor, yanağını göğsüme yaslarken gözlerini gözlerimden hiç çekmiyorsun. Bu güzel görüntü nefesimi kesiyor, seni kendime biraz daha yapıştırabilmek için sırtını okşuyorum. "Yibo, eve gidince yemek yapma sırası bende olacak, unutma."
Dayanamayıp ona yardım edeceğimi biliyorum. "Hm."
"Ama ciddiyim! Hiçbir şeye yardım etmeyeceksin, tamam mı? Sana çok, çok özel bir yemek yapacağım. Kılını bile kıpırdatma, tamam mı?" Heyecanla sözüne devam edecek gibisin ama aniden duraksıyor, öksürüyorsun. O an korkuyla kaskatı kesiliyor ve kafamı doğrultuyorum.
Ezbere bildiğim şeyleri onu rahatlatmak için sıralamaya başlıyorum. "Sakin ol, sakin ol. Hızlı hızlı konuşma. Nefes al, tamam mı?"
Bir elini ağzına götürerek sesli sesli soluklanıyorsun, bu bir süre böyle devam ediyor. Sakinleştiğinden emin olduğunda ağzını kapatıyor ve gözlerini yeniden bana dikiyorsun. "Geçti."
Xiao Zhan, her yorulduğunda böyle oluyorsun. Senin krize girdiğin zamanlarda yanında oluyor, çaresizce atlatmana yardım etmeye çalışıyorum. Ciğerlerinin ve küçük kalbinin gün geçtikçe solmasının farkında olmak acıtıyor. Kaburgalarına, sırtına masaj yaparken yine iyi olduğuna dair bir şeyler geveliyorsun. Cevap vermiyorum, onun yerine endişemi parmak uçlarımla anlatıyorum.
Gittikçe daha kötü oluyorsun. Bunu biliyor ama sesimi çıkartamıyorum. Sana ne kadar sıkı sarılırsam sarılayım, sana ne kadar tutunursam tutunayım, eninde sonunda gideceğini biliyorum. İşte bu, canımı en çok yakan şey. Şimdi, yanındayken dünyanın en mutlu insanı olsam da, ileride beni terk edeceksin. Bu, ikimizin de bildiği, ama kelimelere dökmekten korktuğumuz tek şey.
Belli etmemeye çalışıyor, her şey normalmiş gibi duruyorum ve Tanrı'dan ölümünün acısız olmasını diliyorum. Yapabileceğim tek şey bu.