Başım dönüyor, hiçbir şeyi anlamıyorum. Ne dalgaların, ne sahilin, ne de bu tepenin bir tadı var artık. Bütün keyfim sende saklı, ama ikimiz de mutlu olabilecek bir halde değiliz. Gözüm manzarayı görmüyor, sadece sana bakıyorum. Çok hızlı nefes alıp vermen beni korkutuyor, sana doğru uzanıyorum. Çimler ağırlığımızın altında eziliyor, bahar güneşi parıldamasına rağmen bana kışın ortasındaymışım gibi hissettiriyor.
Onun kıvrılmış dizlerine doğru eğilmiş yüzüne bakıyorum. "Xiao Zhan, doktorun söyledikleri-"
Aniden o anılar yeniden gözlerin önüne gelmiş olmalı ki, dudaklarından bir inilti fırlıyor. Kıpkırmızı olan gözlerin kısılırken kendini benden saklamaya çalışıyorsun, ama izin vermiyorum. Dudaklarından hırıltılı bir ses çıkıyor. O an yine bir krize gireceğini anlıyorum. Bir elin içgüdüsel olarak ciğerlerine giderken yine inliyorsun, adımı inliyorsun.
Ben de sana senin adını fısıldıyorum. Ellerimi nereye koyacağımı bilmiyorum, panik halinde öksürmeni izlemek zorunda kalıyorum. "Canım... Özür dilerim! Ne olursun düşünme bunları, lütfen. Unutalım o anları..."
"Yi-bo...." Hıçkırıyor, öksürüyorsun, sesinin acıklı tonu içimi yakıyor. Keşke sana şifa verebilseydim, acının zehri ikimizi de ele geçirmezdi böylece. Gözlerin; dolu dolu olmuş, kızarmış gözlerin benimkilere dönüyor. "Ben ölünce... Ne yapacaksın sen?"
Donuyorum. Kaskatı kesiliyor, bir kaçış yolu arıyorum. Sen ölünce ne yaparım ben? Kendime defalarca sorup, hiç yanıt alamadığım bir soru bu. Şimdi daha kolay nefes alabiliyor gibisin ama ağlıyorsun. Kalbim korkudan çok hızlı atmaya başlıyor. Bir cevap veremiyorum, çaresizce sana bakmakla yetiniyorum.
"Sana söylemiştim. Seni üzeceğimi söylemiştim... Ve şimdi zamanım tükeniyor, gideceğim senden." Hıçkırıyor, titriyorsun. Artık savaşmaya dayanamıyormuş gibi görünüyorsun. Evet, kimse sonsuza dek savaşamaz, her asker yenilmeye mahkumdur. Bu muharebe seni çok yordu, şimdi de sinsice zaferini ilan ediyor. Hemen ellerine uzanıyor, onları sımsıkı tutuyorum.
"Ben istedim. Seni sevmeyi ben istedim... Asla da pişman değilim bundan. Xiao Zhan, duyuyor musun beni? Seni seviyorum, bundan hiç pişman değilim." Hislerimi söylerken ağlayacağımı tahmin etmemiştim, ama bir damla gözyaşı yanağımdan süzülüveriyor. Her bir uzvum gitme diye bağırıyor, ama çığlıklarımı kimse duymuyor.
Bana tutunuyorsun, omuzlarımı kavrayıp hıçkırıyorsun. "Seni seviyorum Yibo, tüm benliğimle sevdim, her zaman da seveceğim seni."
Titreyen dudaklarını titreyen dudaklarımla kapatıyor, sana kendi ruhumu veriyorum. Öpücüğümüzün içine karışan gözyaşları beni daha da hüzünlendiriyor. Soluk tenine, sanki güneşin hiç uğramadığı o güzel tenine dokunuyorum. Her bir karışın bana gideceğim diyor, her bir karışım sana gitme diye bağırıyor. Çığlıklar kulaklarımı sağır ediyor ama neyse ki gözlerim hala seni görüyor.
Çöküyorsun, her geçen gün ellerimden kayıp gidiyorsun. Biliyorum ki şimdi soluklaşan tenin yok olacak, güzel gözlerine bir daha bakamayacağım. Gülüşün bir hayalden ibaret olacak, sesin kulaklarımda bir yankı olarak kalacak. Ama sen yine de orada olacaksın, ruhum hep ruhunla olacak, aşkım hep senin için yaşayacak. Sevgim, acımla bir olacak.
Usulca kulağına gerçekleri fısıldıyorum. Seni sımsıkı kavrıyor, her bir nefesini tenime mühürlüyorum. "Kendimden vazgeçecek kadar çok sevdim seni... Ama giden yine sen oluyorsun."
Ama üzülme, ben aynaya baktığımda; yansımamda hala seni görüyor olacağım.